Ayasofya'nın müslümanlar için tekrar ibadete açılmasıyla başta Ülkemizdeki biz müslümanlar olmak üzere dünyadaki her müslümanın akıttığı sevinç gözyaşının manası özlenen adaletin yeryüzüne tekrar dönüşünü gösteren ilahi bir müjdenin tecelliyatından başka bir şey olamazdı...
Bu, Allah adına yürütülen siyasetin bir güç gösterisidir. Tıpkı Kabe tavafında müslümanın pazusunu göstere göstere şavttaki vakur yürüşü gibi; sa'y esnasında harveledeki yere sert vurduğu ayak sesleri gibi...
Bu ayak seslerini çok önceden duyar gibi hisseden Ebu Cehiller değil miydi kurlu düzenleri bozulacak korkusuyla bir avuç müslümanı boğmak isteyen?
Bunlar değil miydi zulmü parçalayacak kayaları Bilal'in göğsüne indirerek kimsesizleri susturmak isteyen?
Bunlar değil miydi Hendek'te yayılan kıvılcımın yaşanan kabusun en karanlık anında dahi müslümana dünya hakimiyeti gösterirken onları yok etmek isteyen?
Bunlar değil mi Hakkın galip geleceği ve batılın da zail olacağı müjdesini gayesinin temel taşı yapan İslam'ın bütün insanlığı kuşatan o muhteşem adalet anlayışıyla yoğrulmuş siyasi duruşu durdurmak isteyen?
Mekke'nin fethini engelleyemediler; Kudüs'ün fethini engelleyemediler; İstanbul'un fethini engelleyemediler...Şimdi sıra Roma'nın fethinde; onu da engelleyemeyecekler...
Her fetihten sonra yaşanan siyasi buhranlar hep bir sonraki fethin hazırlayıcısı ve müjdecisi oldu daima...
Roma elbet feth olunacaktır. İstanbul'u müjdeleyen Nebevi buyruk onu da müjdeledi çünkü...
Osmanlı'nın şahsında Müslümanların son yüzyıldaki tökezlemeleri, zulme maruz kalmaları dolayısıyla siyaseten bölük pörçük oluşları aslında yeni ve son fethin on hazırlığından başka bir şey değildi.
Onun için Reis susturulmak istendi Bilal'in "Allahu ahad" sesini susturmak istedikleri gibi. Onlar susturdukça sesi Kabe'nin üstünde yankılandı Bilal'in...
Bu ses bir gün "One munite" oldu çarpıldı küfrün o hayasız yüzüne; bir gün " Bundan sonra Daos benim için bitmiştir" diye tükürürcesine savruldu zalimin o korkunç sıfatına...
Mazlumun bu gür sesi engellenmek istendi binbir türlü entrikalarla...
Onun için Geziler yaşandi bu ülkede. Hendekler kazındı kıvılcımlar kesilsin diye. Can evinde vuruldu Istanbul ve Ankara, sesi olmasın mazlumun diye. Çepe çevre sarıldı Anadolu'm, boğulsun bir avuç müslüman ki uyanış başladığı yerde bitsin diye...
Ayasofya'nın açılan kapısı Bilallerin gögsünden indirilen taşların yol verdiği dirilişin ta kendisi...Görmez küfrün gözü, taşı kaldıran Ebubekirlerin servetini...Bu ince siyaseti anlamaz ahmak kafalar. Siyaseti, insanı kandırmakla eşdeğer gören gözlere gösteremezsin siyasetin o pak doğru yüzünü...
15 Temmuz'da hain darbe girişimi bu son sesi ebediyyen kesmenin saldırısıydı; Tebük gibi...
Ama biz hiçbir zaman ye'se düşmedik 28 Şubat'ta bile...
28 Şubat'ın en çetin günlerini yaşadığımız yılların karanlık günlerine düşen dirilişin ilk kıvılcımını, 2000 yılını "milenyum" olarak ilan eden batıya karşı bu tarihi "tevhid yılı" olarak haykırdığındaki sözlerinde bulmuştum cennet mekan Mahmut Es'ad Coşan hocamızın. Ye'se boğulan yüreklerin, sevincin kıyısına demir atmasıydı bu tüm yolların kapandığı, ağlayarak işten dönüldüğü, örtüsünden dolayı okuyamayışların ıstıraplı günlerinde.
İşte bugün o tevhid asrını yaşıyoruz. Atılan imani tohumların meyve hasılatı dönemini yaşıyoruz.
Ayasofya'nın tekrar ibadete açılması güçlü olmayı gerektiren bir olguydu. Tarihi serüveninde de bunu görmüyor muyuz? Pagan dininin ibadethanesi iken Bizans döneminde kiliseye çevrilmesi ve daha sonraki yüzyıllarda İstanbul'un fethiyle kılıç hakkı olarak bu mekanın Camii olarak müslümanların ibadeti için tahsis edilmesi gerçeği bunu göstermektedir. 1934 yılında müzeye döndürülüşünde de ülke olarak en zayıf dönemimizi yaşıyorduk. Ve zayıf düşmenin bedeli ağır ödeniyordu.
15 Temmuz bir dönüm noktasıydı ve bir güç denemesiydi. Ya Batılı alçaklar ile içimizdeki uzantılarının sevinç çığlıkları ayuka çıkacaktı ya da bu toprakların asli unsurunun sesi yankılanacaktı Anadolu'nun tüm sathında. 15 Temmuz Anadolu aslanlarının kükreyişine sahne oldu ve çakalları savurdu yurdun her bir tarafına. Yoksa müzelik Ayasofya bugün kiliseydi medarı iftiharımız, Peygamber müjdesi İstanbul'umuzun arzı kudsiyesinde...
Ey Ayasofya;
Sen ki içimizdeki çan seviciler kimlermiş gösterdin ya bize, halktan görünüp de kiminin Rum, kiminin Ermeni kiminin de bunlara çanak tutan hainleri...
Sen ki dostu düşmanı gösterdin bize; çünkü "Hira Dağı'nın" çocuklarına muştu; "Olimpus Dağı'nın" çocuklarına kabus oldun adeta...
Sen ki çatlattın Sodom ve Gomore'yi; patlattın Bizans ve Roma'yı...
Sen ki ayırdın Hakk ile Batıl'ı...
Sen ki soldurdun tepedeki nice gülleri; gösterdin Davit'lerin içimizdeki yüzlerini, babalardan candan olmayanları...
Sen ki İyi'nin kötülüğünü, hatta sahte örtülünün çirkin yüzünü; yoksa nerden bilecektik HDP'in örtülüsünün din düşmanlığını?
Sen ki gücün simgesi ve küfrün su üstündeki köpükten farkı olmadığının ilahi dusturun tefsiri oldun.
Neydi o eski günler!
Güçsüz olduğumuz dönemlerimizde Batının somurtuşu siyasetimize yön verirken, bir taraftan da millete balans ayarı çekilirdi. Böyle silik, sünepe bir devlet anlayışından dev adımların atılmayacağını bilen Batı, sahalarımızda istediği şekilde atını oynatabiliyordu.
Bir devlet düşünün, istibaratı herkese açık, savunmadan hukuka, egitimden kültüre tüm icra köşeleri istila edilmiş, millete rağmen hükumetler kurulmuş ve ekonomisi dumura uğratılarak felç edilmiş yapısıyla dünya sahnesinde yerini almaya çalışıyor; uluslararasi ilişkilerde kaale alınmayan bir yapıdan dünyayı hizaya getiren bir devlet olarak tekrar şahlanmasının adıdır Ayasofya'nın kapılarına vurulan zincirleri kırmak...
Onun için güçlü bir Türkiye istenmedi. Silik şahsiyetli kişilerin gölgesine maruz bırakılan, vesayetçi zihniyete mahkum hükümetler dönemi bittiği için bugün tarihimizin tozlu raflarinda kalmış günlerin o bebzeri gururu yaşıyoruz. Güller, Davudoğulları, Babacanlar ve daha niceleri, Batının özlemini çektiği lider tiplemelerine ne kadar da benziyor.
Bekle Kabem, asıl hizmetkarlarını; mahzun mahzun bakma Mescid-i Aksam, Siyonizmin az kaldı ebter olmasına; bak Ayasofya nasıl da göz kırpıyor Roma'ya...