Her yıl mutad olduğu üzere aldığım yıllık izinleri genelde memleketimde kullanır, eş dost, akraba ziyaretlerinde bulunarak sıla-i rahim vazifemi de bu vesileyle deruhte etmiş olurum.
Gezmeler esnasındaki bu ziyaretler adeta insanı rahatlatmakta ve kendine getirmektedir. Seyahat edip sıhhat bulmak bu olsa gerek. Bu seyahatler neticesinde şehrin insanı bunaltan havaları, gerçekleşen ziyaretler sebebiyle yerini ruhları meftun eden bir atmosfere bırakır. Sonunda bir de bakıvermişsin dünyanın en huzurlu ve mutlu insanı oluvermişsin.
Ziyaretlerde gördüğün izzet ve ikramlar, insana verilen değerin kültürümüzdeki yansımasını görünce de adeta fabrika ayarlarına dönen bir insan oluyorsun.
Güzelim Anadolu’m. Her şeyinle dopdolusun. Dünya üzerindeki yerin itibariyle stratejik konumun, dört mevsimin ana hatlarıyla belirgin olduğu, üç tarafı denizlerle çevrili nadide bir coğrafyanda bir tarafında kış kışlığını gösterirken diğer taraftan yaz mevsiminin yaşandığı güzel Anadolu’m.
Bu güzelliğe güzellik katan, hele o inanan milletimin dininden kaynaklı örf adetleriyle dokudukları sosyal hayatlarında her ırktan insanın kardeşçe yaşamasına imkân veren gönül coğrafyası yok mu; işte bu atmosfer, mekânların zahiri cennetine eş bir manevi cennet havası estirmiştir hep güzelim Anadolu’mda.
Toplumumuzun mayasını, insani değerlerimiz oluşturur. Yekvücut olmuş bu sosyal realitenin temelindeki harç, bu maya ile yoğrulan hamurun bir eseridir. Anadolu irfanı, insanını böyle eğitir. Diğerkâmdır insanımız. Kendisi için düşündüğünü kardeşi için de düşünür.
Nemelazımcı değildir. Yardımlaşma, ilişkilerinin eksenini oluşturur. ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir’ nebevi öğretisi, nice tok karın sahiplerinin uykusunu kaçırmıştır. Komşuyu komşuya neredeyse mirasçı yapacak derecede sevgi ve merhametin dokuduğu insanlığı benliklere yerleştiren bir dinin mensubu oluşları, mutlu ve huzurlu bir toplumu inşa etmelerine yol açmıştır. İşte Anadolu’mun hamuru, bu manayla yoğrula geldi tüm tarih boyunca.
Anadolu insanımız, hayatın güzelliklerini yaşarken diğer taraftan da bu değerlerini simgelerle aktarmayı ihmal etmemiştir.
Mesela; Türk milletinin çevikliğini, kurnaz, zekice davranış ve ekip ruhlu oluşunu kurt simgeler.
Bayrağındaki hilal ve yıldız, inandığı Rabbini ve elçisini simgeler.
Bayrağındaki kırmızı renk, din ve vatanı uğruna verdiği mücadelede gözünü kırpmadan feda ettiği hayatının kanını simgeler.
Sevginin simgesi gül, kızgınlığın ise ateş olmuş çoğu zaman. Yasa bürününce hüznün simgesi siyah iken, barışın simgesi beyaz olmuştur.
Anlam yükleyerek çoğaltabileceğimiz daha birçok örnekten bahsetmek mümkündür. Bu yazımda dile getirmek istediğim ise misafirperverliğin simgelerle ifade edilişi olacaktır.
Anadolu’muzun misafire verdiği değer, bir tarafıyla dininden kaynaklı olsa da diğer taraftan fıtratının da bir özelliğini yansıtmaktadır. Evlerinin en gösterişli odası, misafir odasıdır. Dayalı döşeli, her an gelebilecek birilerini ağırlamak maksadıyla dizayn edilmiş bu has oda, evin en güzel bölümünden oluşur. Misafir havlusu, misafir yatağı ve misafir pijaması her daim hazırdır bu güzelim odada.
Bir köye gittiğinizde, akraba ya da tanıdığınız yoksa tanrı misafiri diye sizi gören ilk köylü, hoşbeşten sonra sizinle ilgilenir ve buyur eder evine. Aç mısın diye soru dahi sorulmadan, bir de bakıvermişsin donatılmış bir sofra ve etrafında pervane olmuş bir ev halkı duruyor yanı başında.
Bazı köylerde misafirler için tahsis edilmiş köy evleri vardır. Bu da köye gelen misafirlerin rahat etmesi için yapılan daha kapsamlı evlerdir. Yine başka benzer bir yapı, misafirlerin uğrak yerleri olmuş köylerimizde bulunun kıraathanelerdir. Camiler zaten biçilmiş kaftanlardır, köyle gelen yabancılar için.
Yine de Anadolu’mun güzel insanları işi şansa bırakmak istememiş olmalılar ki misafirlerin sıkılmadan, evlere rahat girebilmeleri için zaman zaman evlere bazı işaretler bırakmayı da ihmal etmemişler.
Arapkir’in Selamlı köyünde, bir evin girişindeki bir taşa işlenmiş bu iki yumrulu şekli görünce meraklanmıştım, bu ne manaya geliyor diye…
Canım Anadolu’m... Eski köy evlerinin köşe taşları üzerindeki bu kabartma, meğer köye gelen yabancılar için bir işaret imiş. Anlamı ise; aç, susuz ve yorgunsanız, bu evde karnınızı doyurabilir ve dinlenebilirsiniz. Hiç arayıp sormadan ve mahcubiyet duymadan yürürken gördüğünüz bu evin kapısını çalabilirisiniz. En iyi şekilde ağırlanır, ikramlarla karşılanır ve misafir edilirsiniz. Türk töresinin misafirperverlik anlayışını bulmuştum bu taşın üzerindeki kabartmalarda.
Bu törede sevgi, saygı, dürüstlük, dostluk, paylaşma, dayanışma, temizlik ve benzerleri, hemen her toplumda önemsenen toplumsal değerler vardır. Değerler toplum için kıymeti haiz olduğundan bu değerlere uygun davranan insanlar da içinde bulundukları toplumun gözünde değerli kabul edilir olmuştur.
Misafirperverliğin simgesi olan bu kabartmalı taşın olduğu bir başka ev, yine Malatya’nın Arapkir ilçesine bağlı Tarhan mahallesindeki Delibaşların evi olduğunu, ancak yıllar sonraki bir ziyaretimde fark etmiştim. Bu ev, köy meydanının en üst tepesinde ve köyün diğer tüm evlere nazaran her taraftan görülebilecek şekilde tüm ihtişamıyla ben buradayım dercesine köye gelen yabancılara hizmette amade olduğunu göstermektedir.
Misafirperverliğin simgesi olan motifler bu evin görünen ön cephesinin her iki köşesinde de mevcuttur.
Tarhan Mahallesi dense de eski ismi Aşağı Dejde’dir. Köyün ilk kurucusu Elazığ’ın Baskil ilçesinden göç eden Tahir Ağa isminde saygın bir kişidir.
Ağalık yapısı özellikle de Güneydoğu Bölgesindeki gibi katı kurallı olmasa da saygınlığın ifadesi olarak bu unvan gereği Hacı Bekir Yıldız köyün en yaşlısı olarak değeri bilinen bir kişiydi. 1991 yılında vefat edinceye kadar sadece Aşağı Dejde köyünün değil, Sarıçiçek Yaylası’nın Sivas ve Malatya sınırları içerisinde yer alan tüm köylerin nazarında saygınlığını hep koruyuvermişti.
İnsanlık adına oluşan ve çocukluğumun geçtiği Köyün bu atmosferinde hatırladığım şey, yaşlısından gencine, kadınından erkeğine varıncaya kadar herkesin örf âdetine bağlılığıydı. Küçükler saygıda kusur etmezken, büyükler de sevgilerini esirgemezdi. Saygı ve sevgi anlamında her fert yerini bilirdi. Bir büyük geldiğinde ayağa kalkarak gösterilen bu saygı, bayanlarda bir başka güzellikteydi. Hele bir misafir gelmeye dursun, pervane kesilirdi herkes.
Misafire hizmette tüm evlerde aynı heyecan yaşanırdı.
İşte memleket ziyaretlerinde görülen izzet ve ikramlar, insana verilen değerin kültürümüzdeki yansımasını göstermesi adına ne kadar değerli olduğunu, kendine geldiğinde adeta fabrika ayarlarına dönen bir insan oluvermenden anlıyorsun.
Özellikle de günümüzde, hele hele çocuklarınız şehir ortamında dünyaya gelmiş ve o ortamda büyümüşlerse kültürümüzü onlara benimsetmenin bir hayli zor olduğunu bu durumdaki tüm aileler çok iyi bilir.
Kültür anlatılmaz, yaşanır. Yaşanmayan örf, adet ve geleneklerin anlatım yoluyla benimsetilmesi pek mümkün olmaz; bu sadece bilgi seviyesinde kalır ki bu da adeta sınava hazırlanan bir öğrencinin öğrendiği bilgilere, sınavda çıkabilir ihtimali dâhilindeki bir bilginin değeri kadardır.
Hele hele, Z- Kuşağı dediğimiz internet bağımlısı ve cep telefonu esiri yeni neslin, sosyal hayattan kopuk, insani ilişkiler noktasında iflasın eşiğine gelmiş, diğerkâmlık nedir bilmeyen, bedbin ve egoist tavırlı tutumların girdabında boğulmak üzere oluşu, geleceğimiz adına sinyallerini duyduğumuz tehlikenin giderek büyüdüğünü gösterdiğinden, değil sadece ülke olarak, dünya çapında bu hususta alınacak önlemler, insanlığın geleceği için önem arz etmektedir.
Gezelim ve görelim. Anadolu’muz bir hazine. Yeter ki yolunu bilelim.