Atina Üniversitesi Teoloji Fakültesi Öğretim Görevlisi, aynı zamanda Yunanistan Yüksek Mahkemesi Emekli Avukatı Başpapaz Lambros Fotopulos’un kaleme aldığı “Erdoğan’ın Dersi” başlıklı makalede dile getirdiği hakikatler Batının kokuşmuş suratına atılan Osmanlı tokatı gibi ses getirdi dünyanın her bir yerinde.
Bir; Recep Tayyip Erdoğan'nın mütevaziliğine vurgu yapan elin papazına bakın, bir de içimizdeki papazların Başkanımıza yönelik diktatörlük höykürmelerine bakın.
Ayasofya'yı açmasıyla Erdoğan'a ve onun üzerinden biz müslümanlara sarf edilmedik hakaret bırakmayan içimizdeki naşerifler duysun Başpapaz Lambors Fotopulos'un sözlerindeki insanca terennümü...
'Ayasofya'yı biz Ortadoks kilisesi olarak açmış olsaydık; açılışta Kur'an okuyan bir devlet başkanına, kadın ve erkeklerin ayrı mekanlarda vakur ve asil duruşlarıyla programa iştiraklerine karşılık; dinin ruhuna uygun olmayan hatta dinen afaroz edilmiş nice devlet adamı ve burokratın, podyumlarda eğlence adına arz- ı endam edem ahlaken düşük seviyeli kadinların ön saflarda yerini alacak olduğu denaniyette bir açılış gerçekleştireceğimizden dolayı, manevi havaya ters düşülürdü' minvalinde konuşan başpapazın, bizim yaptıgımız bu açılışı hem mana hem de biçim olarak takdir ettigini görüyoruz.
Ne olursa olsun bir mabedin müze olmaktansa ibadete açılışındaki incelik hala anlaşılmadıysa Başpapazın sözlerine bari kulak versinler.
İçimizdeki akıl tutulması, bu beyin fukarası dahili bedbahlar oldukça harici düşmana ne gerek var...
Lozan Anlaşmasının gizli maddelerini görünce insanın çıldırası geliyor. Zamanın devlet aklı meğer kime hizmet etmiş kime... Bugünkü bu tartışmalar yaklaşmakta olan sancının feryat biçimleridir. Batı'nın son şansıdır bu. Anlaşılan odur ki şansları yaver gitmiyor.
2023 yılının 24 Nisan'ı geldiğinde bizi Anadolu'da tamamen buharlaştıracak o maddelerin yürürlüğe gireceği zaman dilimi yaklaştıkça Batı nasıl da bütün cephelerden saldırıya geçiyor...
Batılılar, II. Abdulhamid Han hazretlerinin o yüzyıldaki planlarını otuzüç yıl ertelemesine benzetmesin bizim bugunkü başkaldırımızı... Çünkü biz yükselme trendini yakalamışken Batı, merdivenlerin iniş basamaklarını kullanıyor. O gün İslam medeniyetine karşı birliktelikleri söz konusu iken bugün, parçalanmamak adına sarfettikleri çabaları da fayda vermeyecek kendilerine.
Başları o kadar dertte ki piyonlarını dahi sağlıklı sahneleyemiyorlar.
Tabi ki bu sünnetullahtır. Gücün el değiştirme ilkesinin tezahüri bir olgusudur. Dünya yönetimi el değiştiriyor ve bu da yeniden Müslümanların eline geçeceğinin işaretleridir.
Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin İstanbul'u fethiyle Osmanlı sarığını kardinallerin başlığına tercihi gerçeğinin, yüzyılımızda yine bir papaz tarafından ifade edilmesidir.
Papaz'ın ifadesinde yerini bulan Erdoğan portresi, Batının çöküşünün habercisidir. Ahlaksızlık girdabında boğulmuşluğun, zulmün her yerde kol gezdiğinin, insaniyet adına tüm değerlerin yitirilişinin acı itirafıdır.
Bir devlet Başkanının aşırılıklardan uzak, halkıyla iç içe, Rabbinin huzurunda kulluğun en ince tavrıyla gösterdiği o hiçlik duruşu, seküler anlayışın yetiştirdiği ceberrüt hiçbir liderin anlayamayacağı yücelikte bir erdemliliktir.
Güce tapan ve bunu kanla taçlandıran batı zihniyetinin iç yüzü bu Papaz'ın sözlerindeki Erdoğan nitelemesiyle sahne aldı yine Batı'nın kendi itirafında...
Batı'nın alışık olmadığı bir hayat tarzı vardı İslam medeniyetinde. Kudüs'ü feth eden Ömerlerin şehre girerken yaya oluşundaki sebep, ata binme sırasının kölesinde oluşu iken; buradaki ince ruhu nasıl anlayabilir zulmü şiar edinmiş batı.
İstanbul'u feth eden komutanın Ayasofya'da namaz kıldırması gerekirken şehlül İslam'ın kıldırdığı namazı anlamaz Batı, Peygamber'in "ne güzel komutandır" övgüsüne mazhar komutan Fatih duruyorken yanında.
Anlamaz Erdoğan'ın o mutevazi halini...
Çünkü davamızda herkes eşittir Rabbinin indinde. Kimsenin kimseye bir üstünlüğü yoktur makam, mevki, şan, şöhret ve sahip olduğu zenginlikle hiçbirinin bir diğerine takvadan gayrı.
Saltanatın yükü ağırdır medeniyetimizde, çünkü o bir emanettir, emanetin ise vebali büyüktür indi ilahide, hesabı çetin geçmesin diye kılı kırk yararak idare eder devleti, devlete baş olan. Tatile vakti olmaz, zevk ve safa ancak cennettedir bizim dünyanın liderlik anlayışında.
Ne anlar Batı, gece fakirlere sırtıyla un taşıyan devlet Başkanın ne düşündüğünü. Anlamaz baş ile avvamın adalette müsavi olduğunu.
Kendisinden sonra devlet başkanı olması için oğlunu neden tavsiye etmediğini soranlara, bir ailede bir kurban yeter sözündeki derinliği almaz küfre müptela olmuş zihniyetin mümesilleri.
Sanki bunları haykırdı Yunanlı Papaz, Batı'nın o korkunç suratına.
Biz, Mekke'yi fethinde devesinin sırtında, çekilen o kadar işkence ve hasrete rağmen, topraklarından sürünen fakat bir devlet kurup ihtişamlı ordusuyla tekrar geri dönerken adeta secde edercesine mütevazilik örneği gosteren o yüce Peygamberin ümmetiyiz. Etrafına güven saçan, dost ve düşman herkesin kendisini güvende gördüğü bir ihtişamın torunlarıyız.
Ayasofya'nın açılış günü bayram bize tıpkı Kurban Bayramı gibi, Cuma günümüz gibi. Bir haftaya sığan üç bayramımız kutlu ve mübarek olsun tüm İslam alemine...