Son günlerde sınır ötesi saldırılarla eş zamanlı gerçekleşen dindarlara yönelik sınır içi saldırılar da aynı merkezden olup asıl hedefin ehl-i sünnetin hamisi ve müdafii olan ülkemizin dirilişini yeniden asırlık bir gaflete düşürmek içindir.
O yüzden tarikat ve cemaatlere darbe indirip milletin gözünden düşürmek isteyen şer güçler, tüm gayretleriyle sahnedeler. Müslüm Gündüzlerle tarikatler, FETÖ şeytanıyla da cemaatler gözden düşürülmek istendi. Bu saldırılar tarihten beri hep ola gelmiştir; ve de devam edecektir.
Bu nedenle ehl-i sünnete saldırılar durmayacaktır. Çünkü tarikat ve cemaat yapılanması sünnetin ihyası manasına geldiğinden ilkönce bu yapılar çökertilmeye çalışılacaktır.
Fetö ve Gündüzler benzeri kumpaslar tutmayınca kafaların karışıklığına yol açacak akademik sahanın saldırıları devreye sokulacaktır. Olayın seyri bunu göstermektedir. İtikaden bozuk kafa yapısının yıllarca bilinçli bir şekilde özellikle ilahiyat fakültelerine az da yerleştirilmeye çalışılması dikkatli olmamızı gerekli kılmaktadır.
Dolayısıyla Kur'ani manada hak, Rabbimizin uymamızı ve kaçınmamızı istediği emirler bütünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Batıl da bunun tersine olan ne varsa hepsini içerdiğinden, bir bakıma yoldan çıkışı ifade eder; şeytanın kibirlenerek yoldan çıkması gibi.
Demek oluyor ki batıl yolun muntesiplerinde büyüklenmekten kaynaklı hak tanımamazlik vardır. İtiraz biçimleri nasıl olursa olsun batıl, çeşitlikik gösterse de hak karşısında tek cephe olmaları hasebiyle bu durumu küfrün milliyette tekliği olarak ifade eferiz. Sloganlarımızda bu yüzden "Küfür tek millettir" diye haykırmamız aslında bir durumun tespitini de yapmış oluyoruz demektir.
Bugünkü çağımıza batılın dünyaya hükmettiği bir gerçektir.
Batıl dediğimiz bu şer odakları zaman zaman küçük zaferler kazansa da nihai zafer daima hak yolcuların olmaktadır ve olacaktır. Nihayetinde küfür, su üstündeki köpükten başka bir şey ifade etmemektedir. Bu köpüğün kabarıklığı rüzgar esinceye kadardır. Gücünü çer çöpten alan bu kabarık görüntü aslında yok hükmündedir; yeter ki ferasetle bakılsın.
Ellerinde her türden maddi imkanın bulunması aldanmalarına yeten Batılın, Hak karşısında varlık gösterememesi de bu sebepledir. Aldatan bu geçici güç unsurlarının hiçliğini ancak imanlı gözler görebilir. Bu da kararlı bir mucadeleyle sabırlı olmayı gerektirir. Bunun da yolu Rasulullah (sav)'ı tanımaktan geçer. Haliyle bu yol, namazı, ibadetleri, hayat ve ölümü Allah'a adanmış bir mümin olmayı elzem kılar.
İşte müminlerin muhafaza edilmiş bu vasıfları, tarikat ve cemaatlerin varlığıyla bozulmadan devam ede gelmiştir.
İslam coğrafyasında yaşanan felaketlerin altında insanımız, yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen hala dimdik ayakta kalabilmişse bu çalışmalar sayesindedir. Çünkü gerçek bir imanda ye'sin yeri yoktur. Ümitsizlik asla yaşanmaz. İki alemin varlığına olan inancımız, ecelin mahiyetini kavramamızda dünyada ne kadar duracağımızın bilincini kazandırdığından ölümü, sonsuz hayata açılan bir kapı olarak telakki edişimizin sırrı da bu imani vasfımızdan ileri gelmektedir.
Ölümden korkmayan insandan her şey korkar. Seküler kafa için ise ölüm bir bitiştir, bir yok olmaktır. Bu kafanın dünyada kalmak için verdiği mücadeleye nispetle imani bakış, sonsuz alemin çırpınışı içindeyse batılın hakka galibiyeti asla mümkün olmayacaktır.
Bu nedenle imani kaynaklarımıza saldırılar hiç durmayacaktır. Ülkemize yapılan saldırılara bu zaviyeden bakalım. Bugüne kadar kim Yahudi'ye "One munite" diyebildi? Adeta ezberler bozuldu. Dünyanın beşten büyük olduğu haykırışları, Osmanlı'nın duyulan ayak sesleriydi cihanın nazarında. Çünkü sünepe zihniyetin idare ettiği bir Türkiye yoktu karşılarında artık.
Davamızın büyüklüğü inancımızdan kaynaklanmaktadır. Allah'a ve Rasulüne olan bağlılığımız, küçücük bir dünya menfaati için bir araya gelen ehli dünya Batıya nisbetle, sonsuz hayatın varolduğu ve nihayetsiz nimetlerin müjdesine olan inancımız, bizi elbet yeniden başarıların zirvesine çıkaracaktır.
Madem sünnetullah gereği saltanat kavimler arası el değiştirir; bunun yeniden elimize geçmesi an meselesidir.