Rusya Ukrayna savaşı başladıktan sonra 10 Mart'ta Antalya Diplomasi Forumu'nda gerçekleşen buluşma ve akabinde NATO'nun Doğu Avrupa'daki uzun vadeli duruşunun değerlendirileceği zirve kapsamında devlet ve hükümet başkanlarının 24 Mart 2022 tarihinde Brüksel'de bir araya gelmesi uluslararası ilişkiler bağlamında sıradan gelişmeler olsa da dikkat çeken husus, Türkiye’nin devlet olarak bu sürecin merkezinde ve ağırlığını hisseder olmasıydı. Zirveye katılan liderlerin hatıra aile resminde Başkanımız Recep Tayip ERDOĞAN’ın ön saflarda yer alış biçimi ülkemizin dünya ülkeleri arasında elde ettiği prestiji ve sahip olduğu güçlü konumunu göstermesi bakımından dikkat çekiciydi; gurur vericiydi.
Bir zamanlar bu tür benzeri resimlerde ülkemizi temsilen bulunan idarecilerimiz kenarda, bir başına terkedilmiş gibi gösterilirken, bugün geldiğimiz seviye itibariyle bizi temsil eden idarecimiz bir lider edasıyla duruyorsa bu, Batı'nın iyi niyetinden değildir; bilakis bükemediği bileğe selam duruşuydu, acziyetiydi; dik duruşumuz karşısındaki siyaseten iflasıydı...
Harici ve dâhili baskılara maruz da kalsak kadim devlet geleneğimizin aklıyla hareket imkânı bulduğumuz bu son yirmi yıllık süreçte ülkemizin menfaatlerini öne alışımızla gösterdiğimiz performans bizi bu seviyelere getirdi. Çünkü lafla peynir gemisi yürümüyordu.
Tökezletmeye çalıştılar Olsolarla, Gezi eylemleriye, Kobanilerle, 17-25 Aralık olaylarıyla, MİT tırlarına mani olmalarla ve 15 Temmuz darbeleriyle… Milleti kandıramaya yeltenerek siyaseti kilitleyip, ekonomik linçle uyanışımızı baltalamaya çalıştılar. Yalan söylediler, iftira attılar, lakin başaramadılar, çünkü hak yerini buluyordu.
Biz yapmaktan bahsettikçe, istemezcükler yıkmakla tehdit ettiler. Köprüler yapıldı, ne gerek var dediler. Hastaneler yapıldı, hasta mı var dediler. Havaalanları yapıldı, kim uçacak dediler. Güneyimiz karadan ve denizden sarmalanmışken buna kör olan gözler, S-400’ler alındığında düşman mı var dediler. İHA ve SİHA’larla terörün kökü kazındı, devlete katil dediler. Petrol-doğalgaz sondajları vuruldu masrafa ne gerek var, zaten komşu ülkelerden alıyoruz dediler. Yerli arabaya yeltendik ‘devrim otomobili’ hatırlatarak milli olanı tiye aldılar. Bilmem ki bunlar kimin adına çalışıyor? İktidara geldiklerinde yapılan her şeyi yıkacaklarını avazlarının çıktığı kadar bağıranlar halkı uyutmaya çalıştılar. En ufak bir olumsuzluğu dillerine dolayanlar dünyada her şey yolundaymış gibi gösterip bizi karaladılar. Bunu diyenler İstanbul’u yaşanmaz hale getirdiler. Altılı masa etrafında birleşip eskinin özlemiyle yandılar. Hazırladıkları bildirileri yabancı büyükelçiliklere incelettiler.
İçimizdeki dâhili dış bağlantılı siyasi muhalefetle güçlü bir ülke olunmayacağını dün yaptıklarından ve bugün de bizi şaha kaldıran son yirmi yıllık iktidarın icraatlarından anlıyoruz.
Güçlü ülke, halkıyla bütünleşmiş liderin öncülüğünde doğar. Bu da kendi benliğinden hareketle düşmanını tanımakla gerçekleşir. Selçuklu ve Osmanlı’nın dünyaya huzur veren yönetiminin sırrı da buradan gelir. Hakkı tutup kaldırmaktır aslolan. Hakkı haykırmaktır, hakkı yaymaktır… Bu ruhun mümessili olup olmamakla saflar ayrılır. Çünkü biri hakkın biri de batılın temsilciliğine götürür insanı.
Bu liderler toplantısı fotoğrafı şu gerçeği bir daha serdi gözler önüne: O da küfrün tek millet, fakat içten içe dağınık bir yapı olduğudur.
Küfür, dıştan birlik havası estirse de içten çürümüşlüğünü asla gizleyemez. Su üstündeki köpük gibidir. Yeter ki köpüğü dağıtacak rüzgâr yerinde ve zamanında essin. Örümceğin ağı gibidir koca saltanatları. Yalan ve hiledir o devasa görüntüleri. Dün Suriyeli müslüman mültecilere karşı sergilediği acımasız tavrıyla hak karşısında tek milletliliğini gösterirken bugün, Ukrayna üzerinden Avrupa’nın yok oluşu ümidiyle parçalanmışlığını göstermekte.
Yeter ki aslan olunup meydanlara inilsin. İşte o vakit;
Hak karşısında tek millet salvolarıyla höyküren batının, yalan ve hileden oluşan o devasa köpüklerinin bir gün gelir 'one munite' rüzgârıyla savrulduğunu; bir gün gelir 'dünya beşten büyüktür' kasırgasına maruz kaldığını ve imana karşı bir zamanların esen kahpe rüzgârlarının, bu sefer mümine meltem küffar cephesine ateş püskürdüğünü görürsün...
Küfür cephesi yok olmaya mahkûmdur; hani Nemrutlar, Firavunlar ve Ebu Cehiller? Bütün zalimler yok olup gitti. Çünkü bir gün İbrahim’i rüzgârlar esti, bir gün Tur Dağından Musa rüzgârları ve bir gün de Muhammedi esti ki bu rüzgârlar ve hala esmekte...
İşte biz bu son esen rüzgârın varisiyiz. Rüzgâr oluruz, fırtına oluruz, kasırga oluruz da bu yüzümüz zalimedir; asla mazluma değmez de sımsıcak oluruz, ana kucağı gibi sığınak arayana...
Küfrün alevine bir damla su olsak da yine dönmeyiz hak yolumuzdan. Biliriz ki mazluma geçit veren denizler, küfrü bir damlasıyla helak eder. Yeter ki o damla vaktinde ve yerinde düşsün düşeceği hendeğe…
Küfür, inen yağmura ve kabaran sulara rağmen dağlara güvense de kurtuluş gemisine binmedikçe peygamber evladı da olsa boğulmaya mahkûmdur.
Ülkemiz yağan yağmura, akan sellere karşı necat gemisi oldu. Lakin bunu güvenilen dağların, deryalar karşısında bir hiç olduğunu ahmaklara anlatmak pek kolay olmuyor.
NATO dağıymış, AB dağıymış, VARŞOVA dağıymış... Hani neredeler? Sığınanların hali pürmelal. Her biri bir enkaz, insanlık dramı karşısında...
Yirmi yıldır verdiğimiz mücadele dünyanın zalim suratına bir 'Osmanlı Tokat’ı' gibi inmeseydi bugün bu haklı duruşu sergileyemezdik. Meğer zulmün korkunç yüzü, hakikatin cılız dahi olsa duyulan sesi karşısında bir hiçmiş.
Hak batıla galip gelecektir. Bu fotoğrafta bunun ayak seslerini duyuyoruz.
Mustafa SALİM
29 Mart 2022, Ankara