İnananın da inanmayanın da inanışta ortak oldukları tek gerçek ölümdür. Ayrışma noktası ise ölümün ötesindeki gerçek ile ölmekle her şeyin sona erildiği yönündeki kabulleniştir. Bu iki farklı yaklaşım tarzı, hayatın yaşanma biçimine de yön verir.
Haliyle öteler ötesine inananın davranışlarıyla, ölümle her şeyin bittiğine inananın davranış biçimleri de birbirinden farklılık arz eder.
Biri vereceği hesabın derdine düşerken diğeri, suç teşkil etsin ya da etmesin vereceği hesabı hesaba katmadığından, yaşadığı süre zarfında yaptığı yanlışların sadece insanın ayıplamasına mani o gizlilikteki hüneri ile kanunun eline düşmemesini bir başarı addederek yoluna devam eder.
Kişilerin davası da, hayattaki hedefi de, bu hedefleri uğruna verdikleri mücadele ve dayanma güçleri de bu inançlarına göre şekillenir ve kişilikleri de o yönde gelişir.
İki farklı dünyanın iki ölümü aynı günlere denk gelip milletteki yansımasını görünce kıyaslayıp bir değerlendirmede bulunmanın faydalı olacağını düşündüm.
Burhan Kuzu vefat etti. Allah rahmet eylesin... Kuzu, koronaya kurban gitti diye de bir cümle geçmişti.
Ölümü, memleketi hüzne boğmuştur.
Neden mi?
Çünkü bizden biriydi, Anadolu'luydu, fikri bağları yerliydi, benim gibi düşünüp benim gibi konuşurdu.
Son ondokuz yılda memleketimi birçok badireden kurtaran ekibin bir neferiydi. Canla başla calışırdı memleketi için.
Duruş ve tavırlarıyla güven vermişti memleket insanına. Rahat uyuyorduk, memleketi böyle güvenilir ellere teslim ettigimiz için.
Ülkesini küçük menfaatler karşısında satmayacak kadar izzetli, vakur, şerefli bir dava adamıydı.
Hainlere geçit vermediği gibi onlarla canı pahasına mücadeleden geri durmayan bir yiğitti. Başkanlık sistemine geçmemizde bir hukukçu olarak tüm becerisini ortaya koymuştu.
Bu yigitler sayesinde Gezi faciasını atlattık; 15 Temmuzlarda destanlar yazdık.
Bir kilo patatesle iki kilo kuru soğana ülkesini satanlara karşı, bir kuru ekmeğini kardeşiyle paylaşan Çanakkale mücahitleri ruhuyla dik durmayı başarmış ve karanlık günlerimizi aydınlığa çıkaran bir mefkurenin insanıydı.
Dost ve düşmanını iyi bilen bilge ve ferasetli bir muvahhid idi.
O sebeple hüzne gark etti Anadolu'yu; hem de ölümün ecel meselesi olduğuna inanmasına rağmen.
Ölene yapılan şahitliğin mahiyeti, kişinin ne olduğunu göstermesi bakımından Kuzu'yu kifayetliliği zaviyesinde değerlendirdigimizde inanan insanların kendisini hep hüsnü şehadetle yadettiğini görürüz ki bu da imanına delalet etmektedir. Yani "Mevtayı nasıl bilirsiniz" sorusunun, "iyi biliriz"li cevabının muhatabı olmuştur.
Eski başbakanlardan Mesut Yılmaz'ın da ölümünün aynı günlere denk gelişi, bize iki mevtanın geride bıraktıklarıyla yapılacak bir kıyaslamaya fırsat vermiş oldu.
Bu manada Burhan Kuzu milletin gönlünde taht kurarken, Mesut Yılmaz'ın sanki ayrı bir dünyanın insanıymış gibi halk nezdindeki ilgisizliği de bir o kadar dikkat çekiciydi. Hatta bundan da ötesi, imam hatip ve kur'an kursları üzerinden inanan insanları rencide edişi dile getirilerek "Nasıl bilirdiniz" sorusuna pek de olumlu bir cevabın gelmeyişi de yine o kadar vahim bir durumdu.
Pek iyi bilmezdik, hakkımızı helat etmiyoruz, Allah bildiği gibi etsin, cenazesi kumarhaneden kaldırılacakken neden camiye getirildi diyenler sosyal medyayı adeta sarsar oldu.
Tıpkı, şartların olgunlaşması adına binlerce gencimizin teröre kurban gidişini görmezden gelerek, yaptığı ihtilalle ABD'ye "Bizim çocuklar başardı" dedirten Kenan Evren'in cenazesindeki az sayıda kişinin bulunması ve ardından edilen beddualarla ahirete gönderildiği gibi.
"Dün, dündür, bugün bugündür" sözleri Demirel'in, siyasetteki seviyesini ve halka tepeden bakışını göstermesi ve de eski bir Cumhurbaşkanı olmasına rağmen ölümü, milli bir hüzne yol açmamıştır.
Halka mal olmuş liderler böylemiydi?
Rahmetli Turgut Özal'ın cenaze merasiminde atılacak iğnenin yere düşmesine mani bir kalabalığın olması, aslında halkıyla bütünlesmiş bir liderin nasıllığı ve ona bağlılığın bir nişanesiydi.
Muhsin Yazıcıoğlu'nun vefatı hala içini yakmakta bu milletin. Şehadet şerbetini içen bir mücahid idi aynı zamanda; üşümüştü karların üstünde, donmuştu vücudu tıpkı hapishanedeki soğuk duvarlar arasında üşüyorum dediği günlerdeki gibi.
Erbakan Hoca'nın vefatının acısı neden hala tazeliğini korumakta bu milletin yüreğinde?
Hele din adamlarının irtihallerinden milletin duyduğu hüzünleri dile getirecek kelime bulamıyoruz. Mahmut Es'ad Coşan Hocaefendinin ayrılışının ıstırabını duyan mahşeri kalabalığın kıyamını kimler unutabilir? Aynı zamanda, davası uğruna şehid düşmüştü o karanlık günlerde; tıpkı Hızır Ali Muratoğlu hocaefendi gibi. Birçok örneğini vereceğimiz daha nice kahraman, milletin inanç ve değerleriyle iç içe olduğu için insanımızın içinde yerini alabiliyordu.
Yaşar Nuri de vardı, din kisvesi altında arz-ı endam eden; lakin milletin manevi atmosferine bigane olduğu için ölümü, "ne şehid ne de gazi, gitti pisi pisine Niyazi" cinsinden olup çoktan unutuldu bile.
Daha ölmeden ölümü dört gözle beklenecek kadar milletin nefretini kazanan sözüm ona din adına ortaya çıkmış kepaze insanlar da var bu memlekette; FETÖ şeytanı gibi.
Halkın içinden gelip halkından hiç ayrılmayan ve yaşadıkları sürece onlara hizmet edenlerin ölümü elbet unutulmaz ve büyük bir keder olur milleti için.
Milletin gözünde;
Eşref Bitlisli'nin ölümü ile İsmail Karadayı'nin ölümü bir olur mu?
Hasan Karakaya'nın ölümü ile Bekir Coşkun'un ölümü nasıl aynı kefeye konur?
Nuri Pakdil ile Aziz Nesin bir tutulur mu?
Bu kıyaslamaya daha birçok örnek vermek mümkündür.
Bilinsin ki bu Coğrafyada, dostluklar da düşmanlıklar da Allah içindir. Sosyal dokumuzun harcı da siyasetimize yön veren iksir de budur. Sanat ve bilimde de aynı ilke hakimdir bizde.
Yaşadıkları topluma yabancılaşmış insanlar, milletin teveccühünü kazanamazlar. Milletiyle savaş halinde olanlar ya işbirlikçi insanlardır ya da ülkenin başına musallat edilmiş azınlık azgınlardır.