Anadolu’mun buram buram tarih kokan her diyarı bu coğrafyanın irfanından beslenmeyenler için bir anlam ifade etmese de irfanından beslenen herkes için bu ruh demektir, benlik demektir, kimlik demektir. Yaşamasının gayesi ve hedefi demektir ki bu da mücadelesinde ayağını bastığı temel demektir.
Bakanlığımızın bir çalıştayı münasebetiyle Bursa’da dolu dolu bir beş gün geçirmemiz, o güne kadar görmediğim Bursa’mızın manevi ikliminden istifade etme fırsatını yakalamış oldum. Mesela İstanbul’u bu manevi dokusuyla biliyoruz ve defalarca gezip o atmosferi yaşadık ve yaşatmaya çalıştık. Konya’yı gezerken aynı duygular vardı; Edirne ve Trabzon’da da aynı duyguları yaşadık. Diyarbakır, Şanlıurfa ve Mardin illerimizi gezdiğimizde de tarihimizin derin ve bir o kadar zengin dokusuna şahit olduk.
Anadolu’muz kültür ve değerlerini dininden alan bir coğrafyadır. Şehit kanlarının değmediği bir toprak parçası bulunmaz bu diyarlarda.
Bursa ilimizi gören ve gezen kim olursa bu duygulara bürünür, sokaklarında attığı her adımda tarihi bir bilincin şuuruyla ilerler.
Bugüne kadar Bursa’yı görmeyen biri olarak bendeniz, Bursa’nın düz bir araziye kurulmuş olduğu hayalindeydim. Ulucami'nin kurulduğu tepeye vardığımda sırtını güney cephesinde bulunan yüksekçe dağa dayayan bir şehirle karşılaşmam, bu durumun şehrin biçimine dair hayalimdeki tüm ezberleri tek tek bozması bana ecdadımızın şehir kurarken neye dikkat ettiği gerçeğini o an serdi gözlerimin önüne… Fakat yeşil dokusu hala taptaze ve capcanlı oluşuyla adeta tarihe meydan okurcasina ben buradayim diyordu...
Cami, kervansaray, hamam üçlüsü şehir anlayışımızın vazgeçilmez eserlerdir. Şehir, bu eserlerin merkezini teşkil ettiği bir yapıyla gelişir. Tarihi tüm şehirlerimizde bunu görmek mümkündür.
Bursa, Osmanlı’nın devlet olmasından sonra ilk başkenti olması hasebiyle önem arz eder. İmparatorluk yoluna girişin tüm izlerini bu şehirde bulmak mümkündür. Bursa’yı temaşa ederken Ertuğrul Gazi ve Hayme Ana’nın türbelerinin olduğu Bilecik’ten sonra Devleti Aliyeyi Osmani'nin kurucusu Gazi Osman Bey’in türbesinin burada oluğunu görmek, ecadadımızın cihana hükmeden gücünün nasıl ve nereden başladığı, gayesinin ne olduğu ve yüksek ufkunun manadaki derin hikmetin mahiyetini belleklere ilk günkü gibi yeniden nakşedeldiğini iliklerinize kadar hissedebiliyorsunuz.
Cümle kapısından Ulucami’ye girdiğinizde caminin ortasında bir şadırvanla karşılaşıyorsunuz. Şarıl şarıl akan suyun sesiyle tabii bir melodinin kubbe altında yaydığı hoş sadalı bir atmosferde buluyorsunuz kendinizi. Büyüleniyorsunuz, her duvarına işlenmiş ayetlerin şahane hatlarla süslenmiş duvarları karşısında. Hat sanatının tüm inceliklerini bir anda görüyorsunuz karşınızda ve o an anlıyorsunuz koca Devlet-i Aliye’nin gücünü; 1399 yılında sanat ve estetikte yakaladığı zirvenin zihinleri nasıl aydınlattığını, neden karanlık bir çağın kapatıldığını…
Şadırvanın hikayesini mi dersin, kıble duvarının mihrabın sağındaki kısmında Kabe’nin resmini mi dersin, resmin altında vav harfinin mütevazilikteki ihtişamlı vurgusunu mu dersin, minberin mihraba bakan ahşap yüzeyine işlenen oniki gezegenli güneş sisteminin motifini mi dersin, mihrabın sol tarafına düşen duvara asılı hat ve sağında hattın yazımında kullanılan kesik uçlu kalemin asılı duruşundaki manasını mı dersin, bu levhanın hemen solunda, ta o yıllarda getirilip asılan Kabe’nin kapı örtüsünü mü dersin, kıble yönünden camiye girişin sol cümle kapısının bulunduğu mekanın bayanlara tahsis edilen bir bölüm olması hasebiyle yazı hatların bayanlara mahsus bir zarafetle yazıldığının inceliğini mi dersin…ve daha neler neler.? Bir sanat sergisi mahallinde bulunmuşluğun tarihi derinliklerinde kaybediyorsun kendini.
Biz tüm bunları hayran hayran ama ne manaya geldiğini bilmeden temaşaya durmuşken, Bursa İmam Hatip Lisesi’nde müdür yardımcısı üniversiteden arkadaşım Abdülkerim Gürel’in iç şadırvanda abdest alıyor oluşunu görmemle sevincim tavan yapmıştı. Arkadaşımın, bilgi ve kültürde emsallerinden hep bir adım önde oluşuyla temayüz eden özelliklerini bildiğim için bu tarihi şehrimizin birbirinden kıymetli manevi dokusunu bize en ince detayına kadar anlatacağından emindim. Öğrencilik yıllarımızda da çıktığımız her gezide öne atılır, bildiklerini güzel ve anlaşılır bir Türkçe ile anlatır, biz de istifade ederdik. Ulucami’nin ihtişamını, kemale ermiş yaşının da verdiği tecrübe ve bilgi dağarcığına yüklediği yeni ve güncel malumatlarla ifade ederken, gönül tellerinden akan bir ruhun mücessem haliyle adeta bizi ta o yıllara götürerek tayi mekân ettirmişti. Birkaç arkadaşımızın da bulunduğu bu tanıtım mihmandarlığı, bizi gayet memnun etmişti.
Bursa’daki Ulucami’nin bir Osmanlı eseri oluşu itibariyle Selçuklu mimarisinin eseri olan Ulucamilerden farklı olduğunu yine bu anlatımdan öğreniyorduk. Selçuklu Ulucamilerin kıble duvarı dikdörtgenin uzun kenarı mesabesinde olup birinci safta namaz kılmanın önemine binaen aynı anda bir çok kişi bu sevaptan müstefid olunsun düşüncesinden hareketle cami planları dikdörtgen şeklinde inşa edilmiştir. Sivas Divriği Ulucami, Sivas Ulucami, Diyarbarkır Ulucami, Elazığ Harput Ulucami ve Eski Malatya Ulucamileri hep bu dönemin eserleri olup mimari planları hep dikdörtgen şeklindedir. Fakat Bursa Ulucami, bunlardan farklıydı ve planında Osmanlı’nın klasik mimari özelliği hâkimdi; kare şeklindeydi.
Yıldırım Bayezid Han'ın 1396 yılında Haçlılarla yaptığı Niğbolu Savaşı öncesinde Allah'a dua ederek zafer kazanması halinde yirmi cami yaptıracağı vaadi üzerine inşa edimiştir Ulucami.
Arkadaşımız, Ulucamiin kıble duvarına asılı “Kâbe” resmine dikkatimizi çekerken üç boyutlu olduğunu açıkladığında şaşa kalmıştık. Biz üç boyutlu resimlerin yüzyılımıza ait ileri seviyede bir sanat biçimi olduğunu bilirken, ecdadımız bunu 1400’lü yıllarda kullanmış olması dikkat çekiciydi. Çünkü Kâbe resmine caminin neresinden bakarsan Kâbe kapısının hep sana doğru olduğunu görürsün.
Kabe resminin hemen altında büyücek bir hatla yazılmış “vav” harfi meğer neyin işaretiymiş; yine mihmandar arkadaşımız Abdülkerim’den öğreniyorduk. Uzun bir hikayesini dinledik. Bu da kısacası, Hızır aleyhisselam’ın Somuncu Baba’ya verdiği söz üzerine her gün ama farklı vakitlerde “vav” harfinin olduğu duvarın önünde namaz kılacak olduğuydu. Bunu bildikten sonra daha bir başka feyze bürünüyor insan.
“Caminin duvarlarını ve direklerini ziynetlendiren hat eserlerinden biri de Hz. Mevlânâ'yı hatırlatan levha. Hattat Abdülfettah Efendi tarafından hicri 1275'te yazılan levhada çok büyük ebadlardaki çift ‘Allah Hû' lâfzının ortasına dikkat edildiğinde en yukarıda Mevlevî sikkesine benzeyen bir istif görülüyor. ‘Ya Hazreti Mevlânâ Celâleddin Rûmî' ifadesinden oluşan sikkenin altında, vav harflerinin kesişmesiyle meydana gelen bölümde yer alan ‘Ya Hay, Ya Kayyûm' isimleri ise şekil olarak Mevlânâ'nın sakalını hatırlatıyor. En altta ise bir dönem üstü boyayla kapatılan hattatın imza yeri bulunuyor.” Sağ tarafında asılı duran kalemin ne manalar taşıdığını da arkdaşımız bir bir anlatıyordu, tüm heyecan ve iştiyakıyla… Böyle olmalı bir rehber diye içimden geçiriyordum ve böyle olmalıydı bir öğretmen.
Çalıştay ekibinden el-Ezher mezunu değerli dostum Ziya Ökçe beyefendinin, süslü hat sanatıyla yazılan fakat ibaresi zor okunabilen ayetleri bir çırpıda okuyup anlam vermesi, tarihi mekanın yapısına ve o dönemin ruhuna uygunluğu ise bir başka güzeldi...
Anlatım burada bitmiyordu. Yeşil Kubbe ziyaret edilmeliydi. Tophane’ye gidilmeliydi. Kale kapısı görülmeliydi. Çünkü buralar Osmanlı’yı hazırlayan mekanlardı. Gezimizin bu aşamasında Ulucami’inden çıkarken yine bir eğitimci, yine bir gönül insanı olan Kestel İlçesinin İlçe Milli Eğitim Müdür Cengiz Uç kardeşimiz iştirak ediyordu bize ve iki koldan yapılan o tadına doyamadığımız açıklamalar bizi adeta meftun ediyordu.
Cengiz bey’in Üftade Camiine giderken yürüdüğümüz sokağın bir Rum mahallesine ait olduğunu öğrendiğimde mimarisine dikkat etmiştim. O günkü toplum yapısında bugünkü manada ama gerçek olan bir demokrasinin olduğunu öğreniyorduk Cengiz bey’in anlatımında. İnanç ve yaşama biçimlerinde tamamen özgür bırakılan Rum’lardan bahsediyordu. Müslüman olan nice Rum vatandaşın olduğunu söyleyerek bugünkü sözde özgürlük anlayışını gölgede bırakan fakat yaşayan canlı örneklerini veriyordu. İslam coğrafyasının esen güzel havasından bahsediyordu. Bunları eğitimcilerden dinlemek elbette güzeldi.
Turizm adına gezi tertip eden grupların ruhsuz anlatımı bir anlam ifade edemezdi. Böyle bir gurubun turistleri gezdirdiği İstanbul Selattin Camilerinden birinde, mihmandarın cemaatle namaz kılan Müslümanların namaz kılışlarını “cinsel isteklerini arttırma hareketi” olarak ifade edişini düşündüğümüzde bu sektörde çalışanların gözden geçirilip ona göre görevlendirilmelerinin önemini bir daha yaşayarak görüyorduk.
Coğrafyamızın her zerresinde mana izleri varken bunu seküler bir zihin yapısı ve diliyle anlatmak gerçeği tabi ki yansıtmayacaktır.
Bursa'mıza gönül gözüyle bakmamızı saglayan yine iki gönul gözlü mihmandar oldu...
Mustafa Salim
15 Eylul 2023, Ankara