Yaşlı bir bilge, çölde bir vahada oturmuş, düşünüyormuş.
Genç birisi, ona yaklaşır ve der ki:
- “Lütfen beni öğrencin olarak kabul et.”
Bilge, parmağıyla kumların üzerinde düz bir çizgi çizer;
- “Çizgiyi kısalt” der.
Genç, avuçlarıyla çizginin yarısını siler.
Bilge der ki:
- “Git, öğren de gel!”
Aradan bir süre geçtikten sonra delikanlı tekrar gelir. Bilge, yine bir çizgi çizer:
- “Kısalt!” der.
Delikanlı, bu kez çizginin yarısını avucu ve dirseğiyle kapatır. Bilge, onu da kabul etmez:
-Git, öğren de gel!
Uzun bir zaman sonra delikanlının tekrar yanına geldiğini gören Bilge, kumların üzerine yine bir çizgi çeker ve onu kısaltmasını ister.
Delikanlı:
- “Çok düşündüm ama bulamadım. Siz kısaltın!”
Bilge, çizginin yanına daha uzun bir çizgi çeker:
- “Şimdi kısaldı.” der...
Bizdeki muhalefetin güttüğü siyaseti ne de güzel anlatıyor. Muhalefetin birinci vazifesi iktidarın yanlışlıklarını bulup yönetimin boşluklarını görmektir. Sonra da bu aksamalara karşılık neler yapacağını, imkanları nasıl kullanacağını, milletin menfaatine nasıl didineceğini dillendirip bunu ürettiği projeleriyle, insanı ikna ede ede açık ve net bit şekilde anlatmaktır. Milletine rağmen değil, onlardan biri olduğunu göstererek şeffaf davranmaktır. Hedefinde bayrağı daha da ileriye götürmek olmalıdır.
İktidar köprü yapıyorsa, geldiklerinde köprüleri yıkmak değil daha uzununu yapmaktır. İHA ve SİHA’ları yere indirmek değil, daha yükseklere çıkarmaktır. Uçakları toprağın dibine değil, göklere çıkarmaktır. Otomobili yakıtsız bırakmak değil, elektriklisini icat etmektir. Doğru bir siyaset bunu gerektirir.
Ağızlarını her açtıklarında yirmi yıllık iktidar döneminde milletin menfaatine olan ne kadar icraat varsa hepsine engel olmak, siyasi bilgelikte sınıfta kalmaktır. O zaman git öğren de gel denilir. Öğrenemiyorsan bilmiyorsun demektir; bilmediğini bilmemek ise ne büyük bir gaflettir. Böyle bir anlayışla hareket eden muhalefetten ne beklenir?
Bunlar çizgiyi kısaltmayı onu yarısını silmek olarak anladıkları müddetçe bir arpa boyu ilerleme kaydedemeyiz.
Geçmişlerinde hep bu tarz siyaset güttükleri için bir türlü milletle barışık olamadılar. En büyük handikapları milletin diniyle, imanıyla örf ve âdetiyle uğraşır olmalarıydı. Bugüne kadar çizgileri hep sildiler kısaltmak adına. Daha güzelini ortaya koyamadılar. Yıkımdan güzellikler çıkmaz ki… Harika bir eserin meydana gelmesi için bir beyin gerekir, bilgi gerekir, yetenek gerekir, tecrübe gerekir; yıkımı içinse vasıfsız bir cehaletin eline tutuşturulan iki vuruşluk demirden bir balyoz gerekir.
Balyozu eline alan kırık çizginin siyasi körleri;
S-400 alırsın düşman mı var derler…
Hastane yaparsın, hasta mı var derler…
İHA ve SİHA yaparsın, terör imha edildiğinde katil devlet derler…
Doğal gaz bulursun, denizden ıslak çıkar derler…
Hava alanları açarsın, bu ne masraf derler…
Yollar yaparsın, geçmem derler…
Tüneller açarsın, boğulduk derler…
Haykırırsın “Dünya beşten büyüktür” diye, batılı dostlarımız üzülür derler…
Bu istemezcük listesi uzar gider.
Aslında her “derler”inin altında kısalttıkları çizgide hep silmek vardır.
Teknik ve teknolojide ilerleme kaydetme adına ellerinde bir projeleri kalmayınca bu sefer de milletin dininden nemalanmaya çalıştılar. Bunun için de çizgiyi silmek yerine yeni bir çizgi çizme adına helalleşerek giriştikleri sahte çizgilerine dindarlık gösterimli sahnelerini ekleyerek göz boyamaya başladılar.
Kadir Mısırlıoğlu’nun “Gün gelecek, biz daha Müslümanız diyecekler.” sözünün tecellisine sahne olan dua sesansları maskelerini bir bir düşürmesine rağmen hala bir umut içinde oluşları bile başlı başına bir faciadır; çünkü bunda milleti kandırmak var, onlara değer vermemek var, onları küçük görmek var. Bunlar geçmişiyle milletle barışık olmayan bir zihniyetin mümessilleridir.
Geçmişleri hep kırık ve silinmiş çizgilerle dopdolu.
Uçak fabrikası kurarsın, soba üreten fabrikaya çevirirler. ABD’den uçak alıyoruz diyerek eldeki uçakları toprağa gömerler. Petrol bulunur, vurulan kuyulara, petrol bulunmamıştır diye beton dökerler. Otomobil üretirsin, yakıtındaki hileyi bahane ederek üretime geçmeden tarihe gömerler. Bunlar maddi alanla ilgili kırık çizgiler. Ya manevi alanla ilgili kırık çizgilerine ne demeli?
Zamanında Milletvekili Refik Ahmet Sevengil ne demişti? “Allah’ı da (haşa) Sultan’ı da birlikte tahttan indirdik. Bizim mabetlerimiz fabrikalardır.”
Eski Başbakan Şükür Saraçoğlu ise “Din zehirdir. Türkiye’den dini tamamen atabilmek için bize 30 sene lazım.” demişti.
Daha sonra neler mi yapıldı? Geçmişimizle tüm bağların koparılması adına;
Özellikle İstanbul’da şehir planlanması yapılırken tarihi eserlerimizin imhasına yol açacak girişimlerin yapılması,
Camilerin yıkılması, satılması, eğlence mahalli olarak kullanılması, ahıra çevrilmesi,
Kur’an eğitiminin yasaklanması,
Ezan’ın yirmi yıl boyunca asli okunuşunun engellenmesi,
Medreselerin, Kur’an kurslarının kapatılması,
Tarihimizin karalanması,
Osmanlı padişahlarına akla gelmedik iftiraların atılması,
Abdulhamid Han hazretlerini Kızıl Sultan diye genç dimağlara zerk edilmesi,
Genel evlerin açılması,
Gazino ve pavyonlarına yol verilmesi,
Tiyatro ve sinema aracılığıyla karalama faaliyetlerine hız verilmesi,
Başörtü yasağı getirilerek kızlarımızın okumalarına engel olunması gibi daha birçok şenaate imza atan bu zihniyetin daha birçok kırık çizgileri mevcut.
Bugün gelinen noktada bu kesimin milletin diniyle barışık olduklarını gösteren hiçbir emare yokken dindar rollere girmeleri bizi aldatmamalı.
Dün ne idiyseler bugün de aynı kırık çizgilerine devam etmekteler. Birinin kalkıp helallik isteyişiyle geçmişe set çekmeye çalışması ne kadar inandırıcı bilmiyoruz ama aynı oluşumun diğer ağızlarından farklı şeylerin çıkışı ise her şeyi ele vermektedir.
Mesela; Halk tv’de bir programa katılan Öztrak, Ayasofya’nın tekrar ibadete açılması sorusuna “Bu tam bir milli felakettir. Bu konu bütün Türkiye’yi ilgilendiriyor. Türkiye’de sadece Müslümanlar yaşamıyor. İktidara geldiğimizde ilk işimiz Ayasofya’yı tekrar müze yapmak olacaktır.”,
CHP İstanbul Milletvekili Sera Kadıgil “ İktidara geldiğimiz zaman Diyanet’i, imam hatip liselerini, kur’an kurslarını ve camileri katapacağız.”,
Enver Aysever “Ben açık söylüyorum, ben Osmanlı torunu değilim. Ermenilere olağanüstü ağır zulüm yapıldı (1915), bunu kabul etmeliyiz.” şeklinde basına yansıyan sözler bunların huylarının hala aynı huy olduğunu fazlasıyla göstermektedir. Bir taraftan helalleşmeler bir taraftan aynı yapıya mensup bireylerinin bu sözleri. Biri yalan söylüyor. Bence en büyük yalan, helalleşme perdesinin altında.
Kırık çizginin siyasi oluşumunun, bugün FETÖ denen şeytanın oyuncağı iken, PKK’ya hiçbir zaman terör demeyişlerini, hatta HDP gibi bir partinin kime hizmet ettiği herkesin malumu iken demokrasi adına ona sahip çıktıklarını CHP Parti İçi Eğitim Sorumlusu Aytuğ Atıcı’nın“ Eğer siz HDP ile ittifak ya da koalisyon yaparsanız, tabii ki bakanlık vermek zorundasınız.” şeklinde mide bulandırıcı açıklamasından anlamamız bir yana diğer taraftan HDP’ye full oy çıkan sandıktan oy kullanan CHP’li Nevaf Bilek’in “Diyarbakır Kürdistan’ın bir şehridir.” sözlerindeki mesajdan da hedef ve amaçlarında klasik bir siyaset içinde olmadıklarını iyi okumak lazım.
Alman Konrad Adenauer Vakfı Başkanı Prof. Dr. Norbert Lammert “Zor oldu ama CHP/HDP/İYİ Partiden oluşan muhalefeti birleştirdik, bu bizim son 16 yılda Türkiye’de elde ettiğimiz en büyük başarıdır.” diyerek övdüğü çalışmalarıyla bir masal oluşturdular. Bu 6’lı ve görünmeyen üyeleriyle daha fazla katılımcının olduğu masalarının altında “Türkiye’deki muhalefeti desteklemeliyiz” sözüyle Joe Biden’leri, “Erdoğan yok olmak üzere. Tasfiye edilecek. Halkın hepsi o herifi yemek istiyor, tıpkı Libyalıların Kaddafi’yi yedikleri gibi.” saçmalıklarıyla “one munite” hazımsızlığı çeken MOSSAD’ı, “Erdoğan’ın nefesi kesilene kadar sabırlı ve dikkatli olalım. O gün geldiğinde Türkiye tekrar dostumuz olacak.” diyen Alaman’yayı ve bunlarla aynı kulvarda koşan diğer birçok unsuru göremezsek, muhalefetin de Erdoğan’ı devirmekten başka bir projelerinin olmadığını da göremeyiz.
Biz düz çizgide yürüyüp istikametinden şaşmayan, yıkıcı değil yapıcı siyasi oluşumu isteyenler olarak 2023 yılına diriliş yılı diyoruz.
Yeni Dünya Düzeni’nde dünya, artık Türkiye merkezli bir yörüngeye girecek. Tıpkı eskideki günlerimizin yaşandığı Selçuklu ve Osmanlı asırlarımız gibi…
Mustafa SALİM
29 Eylül 2022, Ankara