Takvimler 28 Haziran 2022’yi gösterdiğinde sanat dünyamızın millete mal olmuş bir yıldızı daha kaydı ve sonsuzun fezasına yol bularak ayrıldı aramızdan; gözlerden kaybolup gitse de yüreklerdeki yeri ise hiç ölmemiş gibi sapa sağlam duruyor yerinde.
Girizgâhımdaki bu ifadelerimi abartılı bulanlar olacak elbet. Fakat ilgilendiği sinema sektöründeki duruş ve tutumu, bu alanda halkına yönelik sergilediği sanat anlayışı, tüm zorluklara ve döneminin baskılarına rağmen sektörün bizdeki amacına ters bir yönde eserler verişi, elbette göz ardı edilecek bir husus değildi.
Sol cenahın ölen bir sanatçısı, yine kendi kesimlerince günlerce gündemden düşülmezken, Cünyet Arkın’ın vefatına karşı adeta birer mezar taşı gibi soğuk ve hissiz, odundan daha duyarsız bir tavır içinde olmalarının altındaki sebebin çok derin olduğunu düşünüyorum.
Millet olarak dinimiz, gelenek ve göreneklerimizden uzaklaştırılmamız adına, sanat dediğimiz araç ve yöntemleriyle kasıtlı bir devşirmeye maruz kaldığımız herkesin malumu. Devşirmeciler bunu resim, heykelcilikle, müzik, tiyatro ve sinemayı kullanarak gerçekleştirmeye çalıştılar. Tamamen ladini olan hayat anlayışlarını bir neslin devşirilmesi için bu millete zoraki dayatan, kökleri dışarda ucu içimizde olan bir anlayışın yıllarca despotluklarına maruz kaldık. Sanat adına husule getirdikleri eserlerin içerikleri ve bunları icra ederken sergiledikleri tavırlarıyla örf adetlerimizi yok sayıp, dinimize hakarette adeta savaşırcasına gösterdikleri pervasızlıklar unutulacak gibi değildi.
Müziğin sözleriyle isyan aşılanmalıydı. Resim ve heykellerle ahlak sınırları zorlanmalıydı. Tiyatro ve sinema ile de sahnelenen oyun ve filmlerle zihinler dumura uğratılarak, yanlışlar doğru, doğrular eğri gösterilmeliydi. Bu yolla bir nesil geçmişine düşman edilerek batıya hayran bırakılacak ve insanın tabiatına aykırı bir hayat anlayışı da çağdaşlık adına empoze edilecek ve kullanıma müsait hale getirilecekti. Bununla birlikte bu sahalardan milli mefkureye sahip insanlarımız uzaklaştırılacaktı. Bu sahalara girişimde bulunanlar kendi haricindekiler linç edilecekti. Çünkü buralar sadece kendilerinin tekelinde bulunacaktı. Bu alanlarda eğitim görenler, eğitimleri süresince gayri dini ve gayrı milli bir çizgiye gelinceye kadar baskılanıp istenilen kıvama getirilecek, gelmeyenler ise bir şekilde dışlanarak saltanatları önündeki tüm engeller kaldırılacaktı. O yüzden tarihimizi şaha kaldıran Cüneytler engellenmeliydi. Milletiyle bütünleşen sanatçılara yol verilmemeliydi.
Ayrıca Yeşilçam film sektörüne hâkim olanların çoğunun Ermeni kökenli kişiler olduğu gerçeğini göz ardı etmeyelim. Bu etnik yapının elindeki sinema ve tiyatro imkânlarını kullanarak bizi mana âlemimizden uzaklaştırmak için bunu bir görev addettiklerini, uluslararası karanlık bir yapının finansman desteğini alarak çalıştıklarını düşündüğümüzde millet olarak nasıl bir tehlikenin içinde olduğumuzu daha iyi anlamış oluruz.
Yeşilçamın malum çevresince çevrilen filmlerde örf adetlerimiz, özellikle İslam dinini karalayıcı konuları işlendi.
İşlenen bu konularla İslami ne kadar argüman varsa hepsiyle alay edildi.
Bu alaylarla dinin gereksizliğine vurgulamalar yapıldı.
Yapılan bu vurgularla da batının kendi dinleriyle olan problemleri dinimizin problemleriymiş gibi gösterilerek birçok yanlış doğru olarak sahnelendi.
Filmlerinin senaryosu da önceden planlı bir şekilde, toplumu densizleştirme ülküsü doğrultusunda Aziz Nesin tarafından kaleme alınan eserlerden hazırlandı. Aziz Nesin’in fikirleri malum.
Bu filmlerden sonra millet çocuklarına 'Şaban' ismini koymaz oldu. Din adamı adına rol verilen çirkin suratlı, dağınık ve kirli sakallı sanatçılar yüzünden din adamlarımızdan nefret etmenin yolu açıldı. Eşkiyalıkla çalınan mallar, ganimet olarak gösterildi. Yeşilçam, filmleriyle sebep olduğu daha birçok zarara örnek vermek mümkündür.
Bunun aksine Cüneytlerle Malkoçoğullarını tanıdık. Bir gün Kara Murat olduk, bir gün Battal Gazi. Tarihi sevdirdi bize. Selçuklu ve Osmanlının dünyaya neden açıldıklarını öğrendik. Milli ve manevi değerlerimize verilen değeri gördük. Geçmişimizle gurur duyduk. Cünyetler, bu millete kurulan kumpaslara neşterler vurdu.
Bugün ABD’nin hollywood filmleriyle dünyayı nasıl etkilediğine bakıp, Çin’in bu sektöre neden ağırlık verdiğini göz önünde bulundurduğumuzda bu aracın bir silah olarak kullanıldığını da görmüş oluruz. Hollywood filmlerinde nahif Kızılderililer, insanların en acımasızı olarak takdim edilirken, Müslümanlar terörist olarak gösterildi. Tüm alçaklıklarına rağmen kedilerini dünyanın en medeni insanı diye servis ettiler. Vietnam bataklığında Japon ve Koreliler sevimsizleştirildiler. Saddam ve Kaddafi diktatör ilan edildi.
Biz Müslümanlar olarak çok sonraları girdiğimiz bu sektörle çarkı tersine çevirmeye başladığımızda İran’ın dünyaya kazandırdığı Hz. Meryem, Ashab-ı Kehf, Hz. Yusuf ve Hz. İsa filmleri gibi eserler bir farkındalık oluşturdu kayda değer çalışmalarla. Çağrı filmi bugün hala izlenmekte. Son zamanlarda Türkiye olarak tarihi konuların aslına uygun filim halinde gösterime çıkarılması sadece bizde değil, tüm dünya ülkelerinde zevkle izlenen filimler arasında yerini almış oldu ki Diriliş Ertuğrullar, Kuruluş Osmanlar damgasını vurdu bu sektöre.
Şeytanın bacağını bir yerde kırmak gerekir. İnançlı insanların da bu alana el atmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Hala tarihi filmlerimizde görev alan fakat dini yönü zayıf aktörlerin oynadıkları rollerin gerçek yüzünü sergileyememelerinin altında bizim ruh dünyamızdan olmayışlarının etkili olduğu kanaatindeyim.
Basın ve medya alanında yetersizliğimizin asıl nedeni bu sahalara yönelen genç dimağlarımızın olmamasıdır.
Algıların manipüle edilmesinde büyük bir etkisi olan radyo, sinema ve basın sahalarında millî ve manevî değerlerle mücehhez bir neslin yetişmesi elbette önemlidir.
Bizim kuşak, 1978 yılında evlere giren televizyonlar aracılığıyla bir film izleme kültürüne sahip oldu. Türk filmi ve yabancı sinema kavramları o yıllarda yerleşmişti belleklere… Dizilerin ne manaya geldiğini yeni yeni öğreniyorduk. Hayal dünyamızı süsleyen hikâyelerin çizgi filmlerini o dönem tanımıştık.
Bu manada iletişim ve araçlarının insan hayatındaki önemini iyi kavradığımızdan lise dönemimizde bize sunulan tiyatro kursunu almış daha sonraki yıllarda hayatımıza nasıl kazanımlar kattığını yaşayarak görmüştük. Tiyatro çalışmasını okulumuzun gündemine yerleştiren 1985 yılında Yeşilyurt’un Yakınca Beldesinin bir ortaokuluna Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi öğretmen olarak tayin olan Sinop Ayancık doğumlu, Marmara İlahiyat mezunu çiçeği burnunda bir öğretmen olan Şevket Demirkaya olmuştu.
Ekmek Teknesi ve Kurtlar Vadisi senaristlerinden birinin Mehmet Akif Turgut adında tıp doktoru bir imam hatipli arkadaşımızın olduğu bir yana bu alanın ciddi eğitimini alan yine okulumuzdan Mehmet Karataş adında başka bir arkadaşımız vardı. Üniversite sınavında ilahiyattan başka bir fakülteye gidebileceği akıllara bile gelmezken, girdiği sınavda Ank. Ün. Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’in Tiyatro Bölümünü kazanmış ve başarılı bir tiyatrocu olarak mezun olmuştu.
Yine imam hatip menşeli, Eskişehir Radyo Televizyon Bölümünü bitiren halen Ankara TRT’de çalışan Hediye Sekendiz adında bir hanımefendi bilirim.
Bugün Cünyet Arkın’ın vefatını duymazdan gelen çevreler, Cünyetlerin yol verdiği Anadolu gençliğinin sinema sektörüne el atışından rahatsız oluşlarından kaynaklandığını görmemek mümkün değil.
Bir dönemin masonik çarklarına rağmen ezilmeden ideali uğruna mesleğini icra eden Cünyet Arkın sanatını halk için yapan bir sanatçıydı. Bizden biriydi. Halkın adamıydı. Varsın sol cenah sahip çıkmasın sana, Anadolu arkanda, dualar seninle koca yürek.
Mustafa SALİM
29 Haziran 2022, Ankara.