Merhum Mahmut Ustaosmanoğlu’nun vefatı ve mahşeri bir kalabalıkla eda edilen cenaze töreni sonrası basında leh ve aleyhinde çıkan haberleri okuduğumuzda seküler kafalıların neyi söyleyip söylemeyecekleri, tahmin ettiğimiz biçimde kaleme alınırken kin, nefret ve bütün çirkinlikleriyle yaptıkları saldırılar bizi elbette şaşırtmadı. Olan olmuştu ve beklentiler, beklediğimiz gibi husule gelmişti.
En hafifi, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrob Mutafyan'ı Kumkapı Meryem Ana Patriklik Kilisesi'nde düzenlenen törenle son yolculuğuna uğurladığını, bu vesileyle “Bir kez daha Ermeni Cemaati'nin, yakınlarının ve sevenlerinin başı sağolsun." deyişini göz ardı edip Sayın Cumhurbaşkanımızın devlet erkânıyla Mahmud Efendi’nin cenaze merasiminde hazır buluşunu diline dolamalarıydı.
Bizim cenahın Müslüman tiplemelerinin ahvali mi nice oldu diye sual edenler de şunu diyebiliriz: Kimi hakkı teslim ederek Müslümanca bir tavır sergiledi; kimi de seküler anlayışın etkisinde kalmış kafa yapılarıyla içindeki kurtları döker oldular.
Bu kurt dökücülerin tamamı tasavvuf ve tarikatla derdi olan ve yaşantılarında modernitenin dayatmasıyla ehl-i sünnet çizgisinden sapanlardan oluştuğunu görmemiz de yine şaşırtmadı bizi.
Müslüman olup da aile yaşantılarında İslam’ın hiçbir emaresi olmayan tiplemeler, bilindik zırvalarla ortamı gererken, bazı tiplemeler de özellikle kadın vurgusunu yaparak modarniteye kulluğunu izhara çalıştılar.
Neymiş Mahmut Efendin’inin;
“Ben kadınların dükkan açmasını asla helal görmüyorum. Kadın sokakta gezecek, erkeğe gözükecek bir şey değildir. Kadınlar okullardan, dairelerden çekilmelidir. 104 kitaptan biri bile fetva vermez kadınların çalışacağına dair. Benî israil’in ilk yıkılışı kadınlar yüzünden oldu. Kadınların vazifesi; millete, memlekete hayırlı evlat, asker yetiştirmektir. Budur kadının vazifesi başka yok! Zaruret olmadan kadınlar alışverişe çıkıyorlar, direksiz kubbeleri yıkacak bunlar! Efendisi vefat etmiş bir hanımın nafakası temin ediliyorsa dört ay on gün evinden dışarı çıkamaz. Hatta bulunduğu apartman dairesinin üst katına ya da yan dairesine dahi gidemez. Bir baldız, eniştesine yalnız olarak bir yolda yürümemelidir.” şeklinde kadınlara yönelik sarf ettiği sözler bu kurt dökücüleri rahatsız ediyormuş.
Kurt dökücüler biraz daha irdelelerse neredeyse İslam'ın cenneti ayaklar altına sergilediği kadının annelik payesini de elinden alacak gibiler...
Anladığım kadarıyla bu kurt dökücülerin, İslami bir yaşantı biçimi olan tasavvuf, onu öğreten tarikat ve bunun eğitmeni olan şeylik müessesi ile alakalı problemleri ve de büyük bir dertleri var demektir.
Herkesin bir düşünce tarzı olabilir elbette. Bu da tüm sonuçlarıyla kişilerin kendisini bağlar. Doğru olana saygı duyulur ve yanlış yapan için de sahibine dua edilir; yok yanlışta direnenlerin topluma bir zararı olursa da engel olunur. Bunun da çerçevesi bellidir. Ya el, ya da dil ile müdahale edilir; bu ikisine gücü yetirilmezse de kalbiyle buğz edilir ki bu da en azından kişinin safı belli olsun diyedir.
Mahmud Efendi'nin ancak kendi kültürümüz içinde el alıp değerlendirebileceğimiz bu, kadınlara yönelik düstur haline gelen yaşantı biçiminin beyanlarını seküler bir anlayışla ele aldığımızda feminizme yol açacak bir şenaate çanak tutmuş olmaz mıyız?
Bu yetmez, toplumsal cinsiyet eşitliği safsatasını kabul etmiş oluruz.
Bu da yetmez İstanbul sözleşmesi belasını kutsal metin haline getiririz.
Sonra da lutiliği hayatının merkezine alan, hayvandan da aşağı derekelere inen mahlûklara gökkuşağı ışıkları yakarız.
Ladini cephenin kadınları nasıl taciz ettiğini bir meziyet olarak görürüz
Meydanlarda milletin gözü önünde hayvanlar gibi çiftleşen namussuzları alkışlamış oluruz.
Erkeğin erkekle evliliğine hayran hayran bakadururuz.
Bir bayanın basına yansıyan "beni benden fazla sevenim olmayacağı için kendimle evlenmek istiyorum" derken bu dileğini yerine getiren bir anlayışın nikâh törenini iştiyakla izleriz.
Aile içi cinsel ilişki hikâyelerini ninni gibi dinleriz.
Kadının cinselliği üzerine kurulu sektöre habire yollanan beden sermayesini ticaretin alası olarak görürüz.
Resmiyette bir evli olan nice adilerin, gayri meşru metreslerine methiyeler dizeriz...
İslami yaklaşımımızı dini literatürün dışındaki dünyaya onların ağzıyla dillendirirsek şu saydığım tüm kepazeliklere yol vermiş oluruz.
Haticeleri anlayamaz ve yetiştiremeyiz. Fatıma analara sahip olamayız. Aişe valideleri göremeyiz. Meryemlerin edebini anlayamayız. Asiyelerin ıstırabı hissedemeyiz.
Lütfen Kur'an ve sünnet hadimliğinden başka derdi olmayanları yanlış mecralarda dillendirip şehvetperestlerin iştahını kabartmayalım...
Kadın, İslam'da o kadar önemli bir unsur ki mücevher gibi kıymet verip titizlikle muhafaza ederiz.
O yüzden aile geçimi erkeğin omuzlarına yüklendi ki narin hanımefendilerimiz incinmesin. Zaruret olmadan yabancıların şehvet bakışları arasında sokak sokak dolaşmasın.
Erkek kölesidir hanımının. Her ihtiyacı için çırpınır erkek, rahat etsin diye kızı ile hatunu.
Elbette hem okuyacak hem de çalışacak hatunlar. Ancak şartlar kendilerine uygun hale getirilmek suretiyle.
Mesele, kurtlara yem etmemektir kuzuları...
Kadına verdiğimiz değeri, şehvetinden ağzının salyası akan mendebur zihniyet asla anlayamaz.
Çarşaf deyip geçmemek lazım. Bu yapının olmazsa olmazıdır. Tesettür anlayışı bu ve bu zamanda tüm dışlayıcı bakışlar altında ve istihzalara aldırmadan yasamanın zorluğunu inancından dolayı göğüsleyen hatunlara şapka çıkarılmaz mı? İyi ile kötünün niyetini açığa çıkaran şu örnek çok manidar gelmişti bana; çarsafa bürünen bir kadına salya ağızlı naşerifin teki 'bu kadınları asla sevmiyorum' herzesine bir diğeri 'kocasından başkası sevmesin diye o çarşafı giyiyor kepaze adam' diye verdiği cevap, birçok hakikati seriyor gözler önüne.
Batının bize lanse edilen sahte mutluluğun o yaldızlı yüzüne kanmayalım. Kadına dönük asıl yüzü berbat ve çok çirkin fakat bize sadece cilalı kısmı gösterilen bir batı var karşımızda.
Toplum, kadınla ayağa kalkar ve kadınla yok olur. Çünkü aileyi eğiten kadın elidir. Neslin sağlam ve güçlü oluşu güçlü anne ile mümkündür. Kreşlere savrulan bir neslin geleceği huzur evleriyle dolup taşar...
Yukarıda saydığım tüm kepazeliklerin yaşandığı şu dünyada, kimseye zararı olmayan bir anlayışın hayat düsturlarını sanki büyük bir sorunmuş gibi lanse etmenin bir mantığı var mı sizce...
Mustafa SALİM
27 Haziran 2022, Ankara