Gençlerimiz pek bilmez 28 Şubat öncesi Türkiye’de şenaat adına nelerin yaşanıp tarih olduğunu. Bin yıl sürecek dedikleri sistem uğruna nice canlar yandı bu ülkede. Nice faili meçhul cinayetler işlendi bugünkü Gazze’ye benzer biçimiyle. Müslümansan vah haline. Sakal bırakan, örtülü gezen hemen o anda mürteci damgası yerdi. İnançlı insanlar o kadar sıkboğaz edilmişti ki her günleri adeta işkence içinde geçerdi.
Devlet kademelerinde çalıştırılmazdı imanlı olanlar. Çalışanlar da adeta kovulurcasına işten çıkarılırdı. Bakılmazdı mazlumun yaşlı gözlerine. Başörtüsünden dolayı vazifeden el çektirenler az mıydı? Üniversitelerden atılan binlerce bayan kardeşimiz az mı çekti çilesini o yılların kahrolasıca uygulamalarından. Kapatılan siyasi partiler, eften püften sebeplerle içeri atılan Müslüman düşünür ve siyaset adamları ve daha neler neler. Filimlere bile konu olamayacak kadar akıl dışı uygulamalar. Muhtar bile olamaz diyecek kadar Müslümanı hakir görüp alaya alan dönemin köşe başı kibir abidelerinin tavır ve surtaları altında geçti o güzelim yıllarımız.
Bu millet ne zaman kendisine gelecek gibi olsa ihtilallerle önü kesilir, on yılları heba edilirdi. Milletin fakru zaruret içinde yaşamış olmaları hiç umurumda olmazdı o dönemin vesayetçi ceberrutları nezdinde. Çünkü milletimiz Müslümandı ve bu yüzden her hakareti hakkediyordu. Menderes o yüzden asılmıştı. O, uyutulan bir milletin kendisine gelişinin simgesiydi ve yok edildi
En büyük hamleyi Turgut Özel yaptı, yok edildi. Kimlerdi bunlar? İçimizde yaşayıp da bize yabancı olan bizden saydıklarımızdı. Basın yayın onlarındı. Sanat dünyası onlarındı. Üniversiteler onlarındı. Ordu onlarındı. En kilit yerler hep onlarındı. Milletimizle adeta alay edip onur ve şerefleriyle oynuyorlardı. Dinine musallat olunmuş milletin örf adetlerini hiçe saymaları yetmezmiş gibi muassır medeniyet seviyesine ulaştıracak her hamleye de karşılardı. Petrol denizi üzerinde yüzen topraklarımızda bir damla petrole muhtaç hale getirdiler, bilerek ve isteyerek. Velhasıl her şeyimizle bizi batının uşaklığına mahkum ettiler.
Şahsiyetsiz bir dış politikamız vardı. Kimse adam yerine koymuyordu biz Türkleri. Zaten Turkay demiyorlar mıydı bize. Hindiydi adamların gözünde tek varlığımız. Değerimiz bir hindi kadar bile değildi nazarlarında.
Çocuklarımız namaz kılardı okul saatlerinde gittikleri camilerde; peşlerinde iz sürüyen sürüngenler, mal bulmuş mağribi gibi ellerine aldıkları kameralarla yapılan ibadeti kaydederek korkunç bir müzik eşliğinde, sanki ülkenin en tehlikeli işini yapmış canilerin ihanetini deşifre etmişçesine akşam haber saatinde sundukları haberlerle nice canların yakıldığına şahit olduk o yıllarda.
Sinema, tiyatro ve tv filmlerinde din adamlarımızı üfürükçü, sahtekâr, tacizci, korkunç sıfatlı, üçkâğıtçı ve anormal gösterilen yılları yaşadık bu ülkede.
İnsanlarımıza olguları değil algıları dayatan bir zihniyet vardı devletin en tepesinde ve kılcal damarlarında.
Muhsin Yazıcıoğullarını yuttular. Uğur Mumcu’yu yediler. Hep engelleme, hep kaos vardı güzelim ülkemde ve öyle olmasını istiyorlardı.
Bir gün geldi Turgut ÖZAL’la hamle yaptık ve devletin zirvesine namaz kılan bir Cumhurbaşkanı oturttuk. Çok sevinmiştik. Bayram ediyorduk. Bizden biri gelmişti. İnançlı, örfü ve adetiyle bizden olan biri. Bizim gibi düşünüyor, bizim gibi konuşuyordu. Gülmesi de bizim gibiydi, kızması da. Anadolu’nun bağrından gelen biriydi. Vesayeti kıracaktı. Yeni ama bizi temsil eden bir idare biçimi getirecekti. Çok güzel projeler başlattı. Evren’in Başbakanıydı ama bambaşka biriydi. Evren Batı vasisiydi Özal Anadolu evladıydı. Farkları anlatılamayacak kadar büyüktü ve birbirine zıttı. Kendisini milletine adamış biriydi Özalımız.
1993 tarihinde ebedi âleme irtihal eden merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal, icraat formülünü şöyle özetlemişti. “Ben bir icraat yapacağım zaman sol kafaların yazdıklarına bakarım. Eğer hiç sesleri çıkmıyorsa o projeyi yapmam, rafa kaldırırım. Yarısının sesi çıkmıyor, yarısının sesi çıkıyorsa o projeyi yeniler, öyle yaparım. Eğer bütün solcular projeyi engellemek için yaygara yapıyorsa hiç kimseyi dinlemem, o projeyi aynen yapar ve bitiririm. Çünkü o proje memleket için hayırlara vesiledir.”
Bugün gelinen noktada bir kesim, yaptığı güzel icraatlarından dolayı Millî Eğitim Bakanımız Sayın Yusuf Tekin beyden rahatsızlıklarını dile getirmiş. Ne ala…
Bu rahatsız olanlar sanatçılarmış. Ama ne sanatçılar.
Bu sanatçılar Gezide “mesele ağaç meselesi değil, hala anlamadınız mı” diyen vesayetçi zihniyetin içimizdeki bizden olamayan değiller miydi?
Dışarıdan komutlu fısıltılarla giriştikleri eylemleri bizi yüzbinlerce milyar zarara sokmadılar mı?
PKK’yı direniş hareketi olarak lanse edenler bunlar değil mi?
Avrupa’da soluklanıp ecnebi hüviyetini alarak bizi dış dünyaya şikayet edenler bunlar değil mi?
Ülke menfaatine yapılacak neler varsa bakınız, karşı çıkanlar hep bunlar...
Bu kendini sanatçı addeden güruh ellerindeki tüm imkanları milletin maneviyatını yok etmek için kullanmaktan bir an dahi geri durmamışlardır.
Bunların dertleri belli bizim de derdimiz belli. Kalkıp bunlara mantığın binbir çeşit delilini getirerek yanlış yaptıklarını anlatacak değilim elbet. Niyetleri belli çünkü. Niyetlerinin üzüm yemek olmadığını biliyoruz. Öyle olsaydı değil bağdan kovmak hatta üzümleri istifadelerine sunmanın en kibar servisini dahi yapardık.
Bunlara cevaplarımızı her seçimdeki akılalmaz saldırılarına karşı zaten vermiştik.
İşte diyoruz ki millet bizim yoğurt yeyişimizi beğendi. Biz de yiğitliğimizi buna göre sergileyeceğiz.
Millet neden Erdoğan’ı seçti? Fabrika ayarlarımıza dönelim diye. Sizin ayarsızlığınızı gören bu millet bu ayarsızlığın sebebini bildiği için Batının uşaklığına geçit vermedi.
Millet doğru bir tarihin öğretilmesini istiyor.
Millet, doğru ve edebi bir dilin hakim olduğu bir eğitim politikası istiyor.
Millet dindar bir neslin yetişmesini istiyor.
Millet, milli ve manevi yönü güçlü nesillerin var olmasını istiyor.
Millet bilimin inceliklerine sahip bir neslin aynı zamanda deruni bir ruhun derinliklerinde hikmet pınarlarından kana kana su içmekerini istiyor.
Millet, Allah tanımaz, peygamber bilmez, ulemasına hürmeti olmayan ama şeytani tüm yolları ezbere bilen ve kateden bir nesil istemiyor.
Oyun eğlence peşinde koşup erdemli oluştan bihaber nesil istemiyor.
Alkol, esrar müptelası, fuhuş düşkünü ahlaksız bir nesil istemiyor.
Bilim ve irfanı at başı koşuşruran bir nesil istiyor.
Bunun için de eğitimin temel taşları bu doğrultuda döşenmek zorunda. Millet bunu istiyor.
Sayın Milli Eğitim Bakanımız işte milletin bu istekleri doğrultusunda bir eğitim vizyonu oluşturuyor.
Sanatçı bozuntularının tüm rahatsızlığı İstanbul’u fethededen Fatihleri yetiştirecek bir eğitim meşalesinin yakılıyor olması; Fatihleri doğuracak kıymette annelerin yetişeceği bir eğitim biçimin hayata geçirilşyor olması sebebiyledir.
Rahmetli Özal’ın formülü çok güzel işlemektedir. Bozuntular rahatsız oluyorsa eğitimdeki icraatlar doğru istikamette seyrediyor demektir.
Çocuklarımız bu eğitim sistemiyle atamızın maymun değil Adem olduğunu öğreneceklerdir.
Yeni eğitim hamlemizle uçaklarımızı, gemilerimizi, arabalarımızı üretecek, İHA ve SİHA'larımızla gök yüzünü süsleyecek, deniz altında gaz, yer altından petrol fışkırtacak nesiller yetişecek. Bu neslimiz bu başarılara imza atarken bunu ibadet aşkıyla yapacak. Haliyle bu nedil Batının uşağı değil, milletinin hizmetkarı olacak.
İşte tüm rahatsızlık bu yüzden.
Bakanımız Sayın Yusuf Tekin beyimize bu icraatlarından ötürü millet olarak sahip çıkıyor, destekliyor ve kendisine hürmetlerimizi arz ediyoruz.
Adabı Muaşeret edepsizlikleri bir bir çıkarmada karanlığın dehlizlerinden. Çünkü yarasalar gün ışığından çok rahatsız olurlar...
Mustafa Salim
23 Aralık 2023 Ankara