“ABD hiç ders almamış: PKK çağırdı Derik’e koştu. Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarıyla terör koridoru projesi çöken ABD hiç ders almamış. ABD, Biden’in başkanlığıyla birlikte Suriye’nin kuzeyinde yeniden PKK’ya desteğini artırdı. Genelkurmay ve Dışişleri’ne terör örgütüne yakın isimler atanırken ABD askeri Derik’te devriye attı. Bir ay içerisinde de terör örgütüne 240 TIR dolusu askeri malzeme gönderildi.” Başlığıyla verilen bu haberi Yenişafak Gazetesi’nden okuyunca şeytan tuzaklarının uluslararası siyaset biliminde nasıl etkili ve kullanılır olduğunu bir kez daha gördüm. Kim şeytanın mücessem halini görmek istiyorsa batıya ve dolayısıyla onun temsilcisi ABD'ye bakması yeterli olacaktır.
Dünyanın gözü önünde 240 TIR dolusu askeri malzemenin Suriye’ye taşınması, hangi gerekçeye dayandırılırsa dayandırılsın, asla kabul edilmez. Lakin minareyi çalıp kılıfı hazırlayan hırsız kurnazlığı şeytanlığında, yardımların IŞİD tehlikesi bahanesiyle güya Suriye halkının hak ve özgürlüklerini sağlama adına mücadele veren Demokratik Suriye Güçleri (DSG)'ne yapıldığını dile getirmeleri ilk bakışta makul bir zemin bulsa da işin aslının böyle olmadığını göstermektedir.
IŞİD Örgütünü kim kurdu? ABD.
DSG Örgütünü kim kurdu ve kimlerden oluşuyor? Yine bu örgütü kuran da ABD ve destekçileri de ABD’nin kurduğu PKK.
Sözde Suriye halkının menfaatine olduğu söylenen bu yapılanma ve yapılan yardımlar doğruysa, bugüne kadar neden ülkelerinden kaçan Suriyelilerin içler acısı hallerine Türkiye dışından el uzatan olmadı? Düştükleri pürmelal hallerine dünya neden kör, sağır ve dilsiz kaldı?
ABD’nin hümanistlikten neyi kastettiğini Vietnam’da, Afganistan’da, Libya’da, Irak’ta ve Suriye’de taş üstüne taş bırakmayarak akıttığı kanlardan gayet iyi biliyoruz.
Ülkemizde son günlerde muhalefet cephesinde görünen mide bulandırıcı hareketliliği dünya siyasetinden bağımsız değerlendirirsek, bu manada ne doğruları görebiliriz ne de isabetli tespitlerde bulunabiliriz. Sonuçta çok gayret sarf edilse de kat edilen mesafe, bir arpa boyunu geçmez olur.
Biz biliyoruz ki ABD şeytanının Suriye halkını, hiçbir zaman düşünme diye bir derdinin olmadığıdır. Yeni Dünya Düzeni için Ortadoğu’nun istedikleri gibi dizayn edilmesi gerekmektedir. ABD'de başkanlık seçimlerinde yaşanan sıkıntılar demokrasinin hileli yüzüne ait ulusal sıkıntılar cümlesinden olsa da değişmeyen tek gerçek, ABD'nin derin hedeflerindeki niyetleridir.
Bugüne kadar ki Suriye’ye çektikleri operasyonları, Türkiye olarak Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar kalkanı harekatlarımızla yaptığımız karşı müdahaleler neticesinde bertaraf edişimiz, nasıl askeri bir güç ve disipline sahip olduğumuzu gösterse de elbette bunlara geri adım attırmayacaktır. Güçlü bir Türkiye'nin varlığı tabi ki bu şeytani yapıyı memnun etmeyecektir hatta uykularını bile kaçıracaktır.
Hedeflerine zamanında varamamalarına tek engel olarak gördükleri Türkiye, ne olursa olsun kendilerine engel olmaktan çıkmalıydı. Bunun için de iç sorunlarıyla başını kaşımayacak hale getirilmesi en önemli bir mesele haline gelmeliydi.
Bunun için Osman Kavala gündeme getirilmedi mi? Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılması tartışmaları başlatılmadı mı? HDP'nin kapatılması olayı gündeme alınıp bir tartışmanın pimi çekilmedi mi? Sonra da erken seçim diye koro halinde nakaratlar dillendirilmedi mi? Böylece enerjisi eften püften meselelerle boş yere tüketilen Türkiye, kendi iç meselelerine kapatılacaktı.
ABD’de tüm bu olup bitenlerle eş zamanlı olarak basına yansıyan Hillary Clinton'un kızı Chelsea'nın kaleme aldığı "Kobani'nin Kız Çocuklar" isimli kitabın PYD'yi şirin gösteren anlatım biçimi ve bunun belgesel olarak hazırlanıp dizisinin çekileceği haberlerini de okuduğumuzda, ortaya çıkan manzaranın hiç de iç açıcı olmadığını göstermektedir. Bunlar alenen, PKK ve türevlerinin masum gösterilmeye çalışıldığı bir projenin devreye sokuluşunun ayak sesleridir.
Biz, PKK örgütü artık bitti diye sevinirken, kirli bir elin bu örgütü temize çıkarmaya çalışması elbette yabana atılacak bir husus değildir.
Haliyle, Boğaziçi Üniversitesi'nde meydana gelen bilimsel kafa yapısına yakışmayan, tamamen örgütsel faaliyetler biçiminde ortaya çıkan olaylar da uluslararası boyutta aleyhimize cereyan eden düşmanca siyasetin dışında tutulamaz.
Erken seçim yaygaralarının altında da yine bu siyasi oyunlar yatmıyor mu?
Çalışma ve projelerimizle gelişmiş bir ülke olarak dünya sahnesinde yerimizi aldığımız bu süreçte, Suriye, Libya, Doğu Akdeniz ve Azerbaycan'da Batının tüm oyunlarını bozuşumuz, bundan sonraki hamlelerini de boşuna çıkaracağımızın habercisi olduğundan, engellenmemizin, ancak içine kapanacağımız meselelerle mümkün olacağını bildiklerinden erken seçim dayatmasına bunun için maruz kalıyoruz.
Ekranlarda muhalefetin tek bir ağızla erken secim için hodri meydan diyerek iktidara yüklenişi, ülkemizin yönetilememesi adına ortaya çıkan bir ihtiyaçtan dolayı değil, sadece kendilerine biçilen rol gereği konuştukları, artık gözden kaçmamaktadır.
Millet olarak şunu artık iyi okumamız gerekiyor: Bizdeki muhalefetin Türkiye derdi diye meselesinin olmadığıdır. Yalan üzere bina ettiği siyasetiyle yaptığı tek şey, lehimize olanı karalamak, zararımıza olanı da pak göstermektir. Evlat acısıyla evine ateş düşmeyen yuvaların kalmadığı ülkemde, bunları milletime reva gören bir terör örgütünün kırk yıllık caniliğini görmezden gelerek onlara sahiplenmesi, bize yapılan en büyük hakaret ve saygısızlıktır. Utanıp sıkılmadan milleti kandırmaya çalışmaları asla affedilmemelidir.
Bu manada Türkiye önemli bir ülkedir. Mazlumların sesi haline gelen ülkemizin bu gücünün muhafaza edilmesi, biz duyarlı vatandaşın temel görevidir; bunu da 2023’e sahip çıkmakla ancak yerine getirebiliriz.
CIA Eski Direktörü Graham Fuller “İslamsız Dünya” adlı kitabında bakın ne diyor: “ABD’nin dünya hâkimiyet önündeki tek engel, Sünni Müslümanlardır. Vahabilerle ortak çalışıyoruz, şiileri kullanıyoruz. Sünni iktidarın yıkılması, Sünniliğin kalesi olan Türkiye’nin yıkılması ile mümkündür.”
FETÖ’nün yapılanmasını bir de Fuller’in bu kitabına göre değerlendirelim. 15 Temmuz’a bu bilgiler ışığında yaklaştığımızda sanırım mesele daha net anlaşılacaktır. Son zamanlarda tartışma konusu olan, o Vahabi dedikleri kesimin “Kur’an, Allah’ın kitabı olamaz” herzesini de bu bağlamda değerlendirelim. Başörtüsü hâkimin vereceği karara güvenilmeyeceğini dile getiren sözde siyasetçinin bu sözü sarf edişi de bu çerçevede ele alınmalı. Boğaziçi Üniversitesi’nin güya öğrencilerine açılan resim sergisinde, Kâbe’nin ayaklar altına atılmış posterinin o şekliyle gösterilmesi de bu açıdan ele alınmalıdır.
Ayasofya’yı ibadete açmakla gösterdiğimiz gayretin meyvesini Kudüs’ü fetih ve Mescid-i Aksa’da kılacağımız namazla taçlandırmak istiyorsak, birlik ve beraberliğimize halel getirmek isteyenlere fırsat vermeyelim.
Ayasofya’nın ibadete açılmasından sonra Kâbe’nin Türkiye gibi İslami bir ülkesinde posterdeki resimle hakarete maruz kalmasının sıradan bir olay olmadığını, medeniyetlerin varoluş mücadelesine sahne olacak olayların çıkış kıvılcımları mahiyetinde olduğunu hiçbir zaman unutmayalım.
2023, ya tekrar köle olmak, ya da efendi olup dünyaya hükmetme tarihidir. Tüm mesele köle ya da efendi olup olmamaktır.