İstanbul Platformu’nun düzenlediği iftar buluşmasına katılan Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun etrafında Canan Kaftancıoğlu'yla birlikte iki bayanın da bulunduğu bir ortamda yerde serili bulunan iki namazlıktan birinin üstüne ayakkabılarıyla bastığı esnada poz vererek resim çekmesi gündeme bir bomba gibi düştü.
Sonra attığı bir twitle özür dilese bile özrü kabahatinden daha büyük oldu. Neymiş efendim, o hengâmede fark edememiş. Algıda seçicilik denen bir şey var, hiç mi okutmadılar bunlara? Hadi diyelim bir hengâme oldu, fark edemedi, böyle şeyler insanlık hâlidir diye düşünecek gibi oluyoruz, fakat aynı yerde aynı pozla ikinci ve hatta üçüncü kez farklı insanlar çektirdiği remini görünce bu kadar da olmaz diyesi geliyor insanın. Duyarlılık noktasında ister istemez Sayın Cumhurbaşkanımızın sergilediği tavırlar geliyor gözümüzün önüne. Mesela Cumhurbaşkanımızın katıldığı uluslararası toplantıların akabinde liderlerin, aile resmi çekilirken duracakları yerleri belirleyen kendi ülke bayraklarının olduğu yere gittiğinde ilk iş olarak bayrağımızı ayak hizasından kaldırıp cebine koyarken gösterdiği saygı ve sergilediği asil duruşu, milletiyle bütünleşmenin ne manaya geldiğini göstermesi adına takdire şayan olmuştur.
Dervişin zikri neyse fikri de odur diye boşuna söylenmemiş bir atasözümüz var. Küp içindekini sızdırır.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanarmış. Sen misin milleti kandıran; hem de Millet İttifakı adına. Bu, Rabbi'min tuzakları boşa çıkardığının canlı bir örneği oldu aslında. Haklarınızı helal edin demelerinden bile zamanında ecdadımıza inançlarından dolayı neler çektirdiklerini anlayabiliyoruz. Böyle helallik dilemekle güya değiştiklerini ifade etmiş oluyorlardı. Sen bunu külahıma anlat der büyüklerimiz.
Ayaklar papuca sığmayınca başladılar tutuşmaya. Din âlimlerinden fetva almaya kadar götürdüler işi. İnceden inceye bunu kaşımaya başladılar anlaşılan. 'Namazlığa basmak günah değilmiş' fetvasını alınca her şeyin yoluna gireceğini sanmışlar. Mızrağı çuvala sığdırmaya yeltenenler alınan fetvaları İnce’nin dilinden inci gibi döktürmeye başladılar. Ne yapsalar da bir kere oklar yaydan çıkmış oldu. Hedefini bulan bulana.
Konuyla ilgili Diyanet İşleri Başkanlığının verdiği fetvada; “Seccadenin (kullanmanın) şöyle bir mantığı var; bizim namazın farzlarından dediğimiz ‘necasetten taharet’ diye bir kural vardır. Bu kuralda, bedenimizde, elbisemizde ve namaz kılacağımız yerde dinen ‘necaset’ sayılan hiçbir şeyin olmaması gerekiyor.
O yüzden, bu seccade nasıl abdest alıp bedenimizi temizliyorsak, gusül alıp manen temizleniyorsak, elbisemizi temiz hale getiriyorsak, namaz kıldığımız yeri temiz hale getirmek için kullandığımız bir şey.” Olarak ifade edilen husus, namazlığın namazla olan ilişkisini elbette ortaya koymaktadır. Ancak namazın maddi bir simgesi oluş yönüyle namazlığın ayaklar altına alınış biçimiyle istihza edilmesi, alınan fetvanın kapsamının dışına çıkar. Sıkıntıya sebebiyet veren asıl sorun da buradan başlıyor.
Bakın ince bir bilgi vereyim, hem de fetva cinsinden. Oruç yiyen kişi günah işler; günahkâr bir Müslüman olur. Ancak kimseye aldırmadan, herkesin gözü önünde, lakayt tavırlar içinde yerse, orucu hafife aldığı için küfre bile girer. Bunun anlamı, Allah'ın dinine meydan okumak olmuş oluyor. Meydan okumaksa dine karşı çıkmaktır. Haliyle yaptığı iş bir günah iken, sınırı açtığı için küfrüyle neticelenmiş olur.
Daha önce böyle seccadeye ayakkabılarıyla basarak poz verişi, FETÖ terörist başında da görmüştük... Anlaşılan o ki yapılanlar, bunun bir gaflet, ya da o anki bir hengâmeden kaynaklı bir dikkat dağınıklığı sebebiyle gerçekleşen bir durum olduğu değil, bilakis kasten yapılan bir fiilin olduğunu göstermektedir.
Hal böyle olunca bu inceliği göremeyen din adamına sorsan, hâliyle bir bez parçası diye işin içinden çıkıverecek birçok kişi çıkacak.
Peki, böylesi bir adama gerçek manada din adamı denir mi? Piyasada maalesef dini hassasiyetten uzak, kuru bir bilginin taşıyıcısı olmanın ötesinde bir meziyeti olmayan kitap yüklü birçok din kılıklı adam var.
Bir zamanlar başörtüsünün dinen bir teferruat olduğu söylenirken, başörtü farziyetinin tahfife alınışı nasıl sakıncalar doğuran bir tavır olmuşsa bugün seccadenin ayaklar altına alınmasında da benzer sakıncalar olduğu muhakkaktır.
Ayasofya’nın uzun yıllar sonra müze olmaktan çıkarılıp cami olarak açılmasıyla eski hüviyetine kavuşturulması tüm İslam âlemini sevindirirken, kitap yüklü kendini bilmez güya âlim bazı şahıslar, Kur’an’da Ayasofya’nın camiye çevrilmesi diye bir emir olmadığı yönünde yaptığı açıklamalarla meselenin özünden ne kadar uzak olduğunu gösteren örnekleri de gördük bu vatanımızda.
“Hep hadislere tapar numarası yapıyorlar, ama Peygamberin “yeryüzü bize mescit kılındı” ilkesine küfrediyorlar. Seccadenin kutsallığı şöyle dursun, Peygamberin yaşadığı yüzyılda ‘seccade’ kavramı yok. Bir kez bile kullanılmıyor. Yok, yok, yok!” sözünü sarf eden, Ayasofya ruhundan uzakta yaşayan din alimi kılıklı herifler seccade için de yine bilindik zırvalarıyla İslam’ın gayesinden ne kadar uzak olduklarını bir kere daha göstermiş oldular bu süre zarfında.
Biz insana olan kini uğruna cennetten kovulmayı bile göze alan Şeytan'ın din bilgisi bu tür alimciklerle kıyaslanmayacak kadar pek fazlaydı mesela.
Ona sorsan, bırak namazlığın varlığını, namazı bile inkâr edeceğini biliyoruz.
Şu durumda onun izninde giden insan kılık şeytanlar da var...
Sakın fetvalar, onlara sorulmuş olmasın bu "gel-git"li vasfı haiz insanlarca?
O şeytanlaşmış insan müsveddesine sorsan;
Başörtüsüne, bayrağa, sancağa, Kâbe örtüsüne, Hırka-i şerife, ihrama da bez parçası diyecek.
Bunlar bez parçası olduktan sonra yırtsan ne olacak yırtmasan ne olacak?
Bunlara göre namazlık da;
Bir bez parçası, hatta bir kilim, bir halı, bir etamin ve bir örgü.
Sonuçta iplikten mamul bu nesnenin üstüne bassan ne olacak basmasan ne olacak?...
Ona bakarsan Kur'an da bir kitap ve o da bir kâğıttan müteşekkil, yaksan ne olacak yakmasan ne olacak?
Peygamber de bir insan sonuç itibariyle. Uysan ne olacak uymasan ne olacak?
Cami de haddizatında taş duvardan bir yapı; girsen ne olacak girmesen ne olacak?
Hele Kâbe, küp şeklinde bir bina. Uğrasan ne olacak uğramasan ne olacak?
Ya Kudüs, bakmayın siz öyle abartıldığına, ibadet edilen sıradan bir yer. Yahudi'den alsak ne olacak, almazsak ne olacak?
Ayasofya tarihi bir yapı. Ha Müze olmuş ha cami ne fark edecek bu insanların nazarında?
Vatan bir toprak parçası. Düşmana versen ne olacak, vermesen ne olacak?
İnsanı değerlerinden soyutlarsan sıradan bir canlı kalır ortada; o da ha hayvan olmuş ha insan, ne farkı olacak?
İnsanı maymundan geldiğini iddia edenlerin dünyası böyle işliyor.
Mantıkları böyle çalışıyor.
Karınları doyduktan sonra, ha helal olmuş ha haram, nerden geldiği fark etmeksizin midelerine girmesi önemli olan.
Hele cinsel istekleri yok mu, bu ha nikâhla olmuş ha gayrı meşruca. Yeter ki doyuma ulaşsın; evlilik işin angaryası.
Muharrem efendi bir hoca bulmuş, ha papaz olmuş ha haham; nazarında din farkı mı var sanki?
Bulmuşlar şehvetlerine cevaz veren bir imamı, ha imamoğlu olmuş ha papazoğlu bunlar için ne fark eder?
Yine de yönetime biz gelelim diyorlar.
Biz de diyoruz ki insanı yaşat ki devlet yaşasın. İnsanın yaşaması ise değerleriyle olur. Bana değer vermedikten sonra ha olmuş bu adamlar ha olmamışlar, zerrece umurumuzda olur mu sanki?
Din, vatan, bayrak ve namus derdi olmayanın faydası kime olurmuş?
Ülke fark etmez bunlar için;
İsmi ha Muharrem olmuş, ha Kemal; ha Temel olmuş ha Davut; Ha Ali olmuş ha Meral, dinime ve değerlerime saygısı olmadıktan sonra neye yarar.
Mustafa Salim
03 Nisan 2023, Ankara