Ülkemizde devleti yönetmeye talip ana muhalefetin yine yalan ve karalamalarla gündemi işgal ettiğini esefle izliyoruz. Huylunun huyundan vazgeçmeyeceği gerçeğinden hareketle meseleyi irdelediğimizde hiç de yabancısı olmadığımız bu tür davranış biçimlerinin, bunların bir özelliği olması itibariyle köklerinin çok derinlerde olduğunu biliyoruz aslında. Eski tas eski hamam kabilinde olan bu yapılarından eskiye nazaran hiçbir değişmenin olmadığı da ortada.
Bu yapı, sadece siyasetle değil, konuşlandığı bütün güç merkezlerinde, sergilediği tavırlarla daime milletin zararına olan muhalefetini her daim sürdürür olmuştur.
Bu kafa yapısının, basında ağırlığı olan bir zamanların gazetecisinden sunulan program, bunların zihin yapılarındaki kod şifrelerinin hiç de değişmediğini gösteriyor.
Ülkemizde, 1994’de yapılacak yerel seçimlerde özellikle İstanbul ve Ankara Büyükşehir belediye başkanlıklarının Refah Partisi adaylarının kazanacağı artık kesinleşince, son bir hamle ile de olsa seçimin seyrini engelleyebilme adına tv kanalında bir program tertiplenir; moderatörlüğünü dönemin gazetecilerinden Reha Muhtar yaparken konukları da Recep Tayip Erdoğan ve İbrahim Melih Gökçek’tir.
Programın ilk iki dakikasında sorduğu sorularla, günlerce kafa yorarak kolektif bir şekilde ne kadar ciddi çalıştıklarını gösteriyordu.
Şunu sormak istiyorum diye söze başlamıştı Reha Muhtar:
“Bu geniş kitlenin karşı olması ve sizin de düzen karşıtı bir parti olmanız, %75’lik bir kitleyi sizin karşınızda bir çeşit kenetlenme, siz ona daha farklı bir tabir buluyorsunuz; bir çeşit kenetlenme yaratıyor. Şimdi siz de belediye başkanlığı yapıyorsunuz. Sanatçılar var, medya var bu bulunduğunuz kentlerde ve bunlar çok güçlü bir şekilde varlar. Siz de çok yumuşak bir tablo çiziyorsunuz şimdi benim karşımda. Sizin deyiminizle takiyye mi yapıyorsunuz yoksa?
Her zaman demokrasiye saygılı olacak mısınız efendim? Toplum adına söylüyorum. Kişi olarak benim bir önemim yok. Toplumun önemi var. Eee, toplumun şüphesi olduğu için soruyorum.
Sizin taraftarlarınızdan veya sizin yakın çevrenizden milyonlara egemen olmak kolay değil. Mutlaka aşırı davranışlar olabilir. Belki onlardan bazılarını yaşadılar İstanbul’da ve Ankara’da insanlar. Çünkü bu tip örnekler var. Bize de geldi; herkes de yalan söylüyor değil herhalde. Buna karşı sizin alacağınız bir önlem var mı? Yani bazı kişilerin yollarda, sokaklarda seni de başını örteceğiz, seni de kapatacağız veya sen artık böyle gitmeyeceksin gibilerden.”
Programa katılan Recep Tayip Erdoğan ve İbrahim Melih Gökçek, sorulan her soruya verdikleri makul cevaplar yerini bulurken isterseniz bugünün gençliğine o gün ve ondan önceki yıllarda neler yaşadığımızı, aynı zamanda bugün hala yanıltmaya dönük nasıl büyük ve tehlikeli saldırılarla karşı karşıya olduğumuzu görmek adına sorulardaki hinlikleri tahlil edelim.
Sorudaki ilk hinlik;
Karşısındaki iki konuğun düzen karşıtı bir partinin adayları olduğu intibahını vererek, bir kısım insanda kapatılacak partiye o vermeme eğilimini oluşturarak başka bir partiye oyların kaymasına yönelikti.
İkinci hinlik;
Karşı kitlenin oy oranının %75’lik olarak ifade edilmesidir. Bu karşı kitlenin nitelikleri de sanatçı ve medya grubu olarak lanse edilmesi de gözden kaçmamaktadır. Böylece tevcih ettiği sorularla, bu kitlenin okur yazar oranı yüksek, medeni, kültürlü, aklı başında gibi gösterip kendilerine oy verenlerin de tam aksine cahil, medeniyet yoksunu, köylü takımı insanlar olduğu imasını vererek hem konukların moralini bozmak hem de onlara gönül vermiş insanlarda bezgin bir ruha hali oluşturarak amaçlarına ulaşmaya çalışıyorlardı.
Üçüncü hinlik;
Programa katılan iki başkan adayının ortam gereği yumuşak konuşup öyle davranıyor olduklarına kanılmaması üzerine yapılan vurguyla aslında öyle göründükleri gibi uysal ve hoşgörülü olmadıkları, aksine uyumsuz ve tahammülü mümkün olmayan bir dünyanın temsilcileri olduğu izlenimini vermekti.
Dördüncü hinlik;
Demokrasiye saygılı olacak mısınız sorusu. Bir de bu soruyu büyük bir topluluk adına sorduğunu vurgulayarak güya bir şeylerin tehlikeli olacağının haber verilmesiydi.
Beşinci hinlik;
İslam aleminde olduğu gibi Türkiye’de de bir çok radikal islami grubun olduğunu, onların yönlendirmesinin an meselesi olacağını yoksa onları idare edememekle idarede zafiyetlerin oluşacağı yönünde kafa karıştıracak tarzda sorduğu sorulardı.
Altıncı hinlik;
Başörtü meselesine yönelikti. Belediye başkanı olur olmaz, açık gezen bayanlara sert müdahalelerin olabileceği yönünde yine milletin kafasına şüphe tohumları ekmekti. Sonuçta bu seçimin yerel bir seçim olduğunu bildikleri halde bu soruyu sormaları aslında hükümeti kuracak derecede güçlü oldukları zaman böyle bir düzenin dayatılacağı korkusuna yönelikti.
İçimizdeki Tapınak Şövalyelerin uykularının kaçtığını gösteren 1994'deki bu program, aynı zamanda nasıl hezeyanlı bir ruh hali içinde olduklarını da açık açık göstermekteydi. O sebeple bugün yapılan şeyler, öncesinden yaptıklarının bir habercisidir.
Sanatçı denilen insanların Gezi olaylarına karıştıklarını gördük.?
Medya denilen insanların FETÖ’cü ve onlara destek veren kara haber kaynakları olduklarını gördük.
Radikal İslam denilen yapının altında yine kendilerinin büyütüp destek verdikleri IŞİD’in olduğunu gördük.
15 Temmuz darbe girişimini yine beğendikleri kitlenin gerçekleştirdiğini gördük.
Reha Muhtar'ın sorduğu soruların içerdiği nefret ve bu sorularla nasıl bir algının peşinde olduğu da gayet net anlaşılıyordu.
Öyle kurgulanmış sorular ki, cevabı ne olursa olsun dinleyen milyonlarca insanın aklında bir sürü "acaba"lar bırakacak cinsinden sinsice hazırlandığı da gözlerden kaçmıyordu.
Mevcut rejimin tam yerleşmesi adına karalanan Osmanlı'yı temsilen programda hazır bulunan iki büyükşehir belediye başkan adayına sunucusunun, güya halk adına fakat aslına bakılırsa kendi dünyalarının ruh halini yansıtan mahiyeti haiz sorularda, Anadolu irfanının sahnelenmesinin önünün yeniden kesilmesinin kastedildiği de anlaşılıyordu.
Programdan sekiz yıl sonra iktidara gelen ve on dokuz yıldır ülkemizi şaha kaldıran bir yönetimle işbaşında olan bu Ak Parti döneminde programda iddia edildiği gibi;
Ne demokrasi rafa kaldırıldı,
Ne bayanların açık gezmesine müdahale edildi,
Ne belediye otobüslerinde bir ayrımcılığa gidildi,
Ne de Türkiye’den rahatsız olup da yurt dışına kaçıldı.
Tam tersine;
Müslümanları despotça insanlarmış gibi görenlerin bu yanlış algıdan kurtulduklarını gördük;
İnsanca yaşamanın ne olduğunu bu dönemde anlaşıldığına şahit olduk,
Terörün nasıl bittiğini yine bu dönemde görerek, el altında kimler tarafından desteklendiğine şahit olduk,
Yurt dışına kaçanların, teröristlerin ve onlara yardakçılık yapan o kara haber düzmeli gazetecilerin olduğunu gördük.
Millet olarak etnik yapımız ve mezhebe dayalı farklı dini anlayıştaki farklılıklardan tutun da farklı dine mensup nice insanlarla birlikte huzur içinde nasıl yaşanıyor olduğunu da gördük.
Yeter ki içimizde tefrika yanlılarına fırsat verilmesin.
Bu programı düzenleyen tarafın tek derdi, bu milletin dinine yeniden sarılarak dirilip kendini yönetmemesidir.
Şeytani sorularla bu milletin kafasını nasıl karıştırmak istediklerini, yıllar öncesinde hazırlanan programın bu videosundan izlerken şunu fark ediyoruz ki bugün de hala aynı mantıkla hareket ediyorlar.
Dünkü öngörüleriyle bugün iflas eden zihniyetin yarın ki öngörüsüne nasıl itimat edeceğiz?
Bir dahaki tahlilimizde bugüne yansıyan ayak oyunlarını dile getirmeye çalışacağız.
Kalın selametle.