Yine bir sabah ve işe gitme telaşı…Evden çıktım, metroya bindim ve boş bir koltuğa oturdum. Başladım günlük köşe yazarlarını okumaya…Metro ilerlerken duraklardan yolcular biniyor ve içerisi giderek doluyor her zamanki gibi; haliyle ayaktakiler oturanların başucunda bekler, bazen de oturanların koltuğu ne zaman boşalır diye de sağa sola göz gezdirenler de olmuyor değil. Büyük şehirde yaşamanın bir bedeli olarak gördüklerimizden günün sadece küçük bir kesiti bunlar. ?
Metroda başucumda bekleyen birkaç bayan vardı. Okurken bir yandan da toplumsal yapımızı düşünmeye başlamıştım. Hem okuduklarımın etkisinde olsa gerek hem de metrodaki insan manzaralarının durumu “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” çalışmalarıyla birilerinin bizi toplum olarak nereye götürmek istediği hususunda daha önce defalarca kafa yorduğum toplumsal yapımızla alakalı kötüye giden ahval üzerinedeki endişelerimi ciddi ciddi bir daha gözden geçirdim.
En başta, başucumda duran bayanlara yer vermeyişim endişelerimde ne kadar haklı olduğumu göstermesi bakımından önemli bir durumdu bence. İnsani refleks ya da örfümüz gereği bayana olan saygımızdan ötürü hele bir de dinimizden kaynaklı cennetin ayakları altında olduğu anne namzeti bayanlara hürmeten gösterilecek saygı muvacehesinde kendilerine yer verme erdemliliği yerini "madem eşitlik var cinsler arası" modunda olan bir erkeğin yaşları ne olursa olsun bir bayanın ayakta duruşunu hiç sıkılmadan, hatta keyf alırcasına izlemesine bırakması karşılıklı saygının olmayacağı günlere gebe kalışımızın zil sesleri gibi geldi bana. ?
Toplumsal cinsiyet eşitliği fikri uzun süreden beridir ülkemizin gündeminde olan bir konu. Her yıl yapılan etkinliklerle gündemdeki yeri korunmaktadır. AB’nin bir projesi olan bu konu, İstanbul Sözleşmesi adı altında 2012 yılında bize imzalattırılarak güya kadına yönelik şiddetin önlenmesi yoluna gidilmiştir. Peki sonuç? Hiç de öyle zannedildiği gibi olmadı.?
Şiddeti arttıran sebeplerin üzerine aslında hiç gidilmiyor. Şiddetin önlenmesi için dayatılan çözüm yolları ise toplumumuzun dinamikleriyle alakası olmayan hususlar içermektedir. Bu, Batı toplumlarının kendi çıkmazları içindeki arayışlarıyla alakalı olan iyileştirme çabaları. Bize ise dayatma gibi duruyor. ?
Bize bir Osmanlıyı, bir Selçukluyu hatta daha öncesinde bir Asr-ı Saadeti kazandıran umdelerin yerini Batı menşeli AB kriterleri alabilir mi??
Bir ailenin nasıl olması gerektiği, aile için muhabbetin toplumsal huzura katkısının nasıllığını, burada bir kadının nene, anne, abla kız kardeş gibi statüleriyle saygıya layık nadide insanlar olduğunu bilen ve yaşayan bir sosyal dokunun milletine AB’nin toplumsal cinsiyet eşitliği fikri anlamsız, yersiz içeriği boş bir masal gibi gelmektedir. Bu bir dayatmadır. Çünkü kriterler, çökmüş batının çıkmazlarından neşet eden ve Batıyı daha da beter hale getiren ve içinde yaşadıkları çıkılamazlara rağmen bize neyi kazandıracağını merak etmek şurada dursun bu hususta boşa geçireceğimiz zamanın telafisini ve bu girdapta boğulan insanımızın geri dönüşünü nasıl sağlayacağımızın endişesini yaşıyorum. ?
Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinden neyi anlamamız lazım? Buradaki eşitlikten kasdettikleri biyolojik mi, fiziki mi yoksa psikolojik mi? Başta bilim verileri olmak üzere bir çok tecrübi bilgi bu üç ayırıcı özellikte iki cinsin birbirine eşit olduğu fikrinin fıtrata aykırı olduğunu ortaya koyması bir yana, Kur’an ve sünnette dayalı dinimizin bu konudaki cihanşümul umdeleri toplumların ifsat ya da ıslahının nerelerden kaynaklanacağını açık ve net bir şekilde ortaya koymuştur. Önlemlerini bu umdeler doğrultusunda alan milletimizin geçmişinde dünyaya nizam veren devletler teşekkül etmiş ve Dünyaya yön veren millet oluşumuz bizim fıtratın doğasına aykırı davranışların önünü kestiğimizin ifadesidir. Çünkü fıtratın gereklerini yerine getirdik. Ne balığa kavak ağacına çıkma talimatı verdik ne de kargayı bülbülün şan dersine zorladık. Fıtratın gereğine göre hareket ettiğimiz için adaleti hep gözetir olduk. Bizim toplumumuzda kadın ve erkeklerimizin yapacağı işler amacına yönelik kendi mecrasında seyrettiği için ne kadını dağa göndererek odun kırdırdık ne de erkeği eve hapseder bebek altı temizlettik. Bünye ve psikolojilerine uygun işler zaten gelip kendilerini buluyordu. ?
Benim toplumumda anneye hürmet babadan önce gelir. Anne evin sultanıdır. Anne zengin de olsa evin geçimi erkeğe yüklenmiştir. Bebeğini emzirmesi dahi zorunlu değil anne için, buna babanın çare bulması da bir erkeğin vazifesidir. Anne evin incisidir, onun için ulu orta yerlerde görünmesi ailenin zaafiyetini gösterir bizim toplumlarda. Narin işlerin ustalarıdır kadınlarımız. İnsan doğurur, insan eğitirler bizim kadınımız. Evleri, mahalleleri, çarşı pazarları onların rahat edeceği mekânlar ve mahaller kılarız rahat etsinler, güvende kalsınlar diye. ?
Hele yan gözle baksın biri kadınımıza yedi yabancısı korur onu hem de canı pahasına. ?
Evlenecek delikanlılarımız öyle şehvet malzemesi gibi görmezler evlenecek bayanı, şanına uygun davranır, görecekse de incitmeden ya bir düğünde ya da yolda geçerken bir bakıverir, öyle karar verirler evliliğe. Nişan ve düğünlerimizde kadın ve erkek ayrı ayrı eğlenirken kadına hürmetin doruk noktası yaşanır. Ev sohbetlerinde bayanların ayrı oturup sohbetler etmesinde ayrı bir incelik vardır. ?
Üç kız çocuğunu edep üzere yetiştirip büyüten anne babaya cennet vadeden bir dinin mensubuyuz. ?
Batıda böyle mi peki? Şehvet malzemesi gördükleri kadını zevkleri bitince sokak ortasına attıkları gibi, çalışma piyasasında ucuz işçi olarak çalıştırmaları, eğlence mekânlarında bedenlerinden istifade etmeleri ve sayılmayacak kadar daha birçok küçük düşürücü yaklaşımları reva gördükleri kadınları yine toplumsal cinsiyet eşitliği gibi bir yanlışı dayatarak bir daha kapanmayacak toplumsal yararların deşilmesine sebep olmaktan başka bir iş yapmamış oluyorlar. ?
Toplumsal Cinsiyet Eğiştiliği ve akabinde imzalanan İstanbul Anlaşması ve bilahare Aileyi koruma kanunu çıktığından beri kaç ailenin çöktüğünü bilen var mı??
Cumhurbaşkanlığında Ülkemizde faaliyet gösteren Birleşmiş Milletler kuruluşları ile ilgili daire başkanlığınca 25 Haziran 2019 tarihinde ortaklaşa düzenlenen UNDCS Üçüncü Ortak Yönlendirme Komitesi Toplantısında; “Sürdürülebilir, Kapsayıcı Büyüme ve Kalkınma”, “Demokratik Yönetişim ve İnsan Hakları”, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlendirilmesi” ve “Göç ve Uluslararası Korunma” gibi konular üzerinde müzakereler yapıldı. ?
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlendirilmesi başlığı altında yapılan konuşmalarda Türkiye’de erken evliliklerin önünün alınması vurgusu yapılırken gençlik adına söz alan üniversiteli bir kız öğrenci, gençler arasında hızla yayılan HİV virüsü tehlikesinden bahsederek devletin önlem alması yönünde fikir beyanında bulundu. Hatta Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerine seslenerek, bu konunun ders programlarına alınmasının aciliyetinden bahsetti. Durumun vehameti şu ki, bir taraftan erken evliliğin önün alınmaya çalışılırken diğer taraftan teşvik edilen cinsel ilişki serbestliği neticesinde gençler arasında yayılan başbelası virüsün derdine düşülmüş bir toplumla karşı karşıyayız. ?
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği çalışmaları neticesinde varlına İstanbul Anlaşmasının temelini teşkil ettiği 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un yürürlüğe girmesinden itibaren birtakım iyileştirmelerin beklendiği birçok ailede maalesef sarsıntılar oluşmuş, hatta boşanmalarda hayli artışlar baş göstermiştir. ?
Batının, tamamen kendi sosyal yaşantısının bir sonucu olarak ortaya çıkan toplumsal çöküşün hazin durumuna bulmaya çalıştıkları çareler kendi hastalıklarına deva olmazken bizim gibi İslam toplumlarına dayatmaya çalıştığı bu tür önlemlerin hiçbir faydasının olmayacağı gün gibi aşikârdır. ?
Bu tür konuların dile getirilmesinin altında hasmane niyetler yoksa neden bir hafta sonra 1 Temmuz 2019 tarihinde İstanbul LGBTİ+ Onur Haftası Komitesi, Onur Yürüyüşü'ne izin verilmemesi üzerine İstiklal Caddesi Mis Sokak'ta toplanıp basın açıklaması yaparak İstanbul’da gösteride bulundu??
Topluma hiçbir faydası olmayan bu tur projelerin derhal durdurulması icap eder.
Her bunyeye farklı tedavi uygulaması toplumsal hastalıklar için de geçerlidir.
Biz tolumsal sorunlarımızın çözümünü batının normlarıyla gerçekleştiremeyiz. Bizi biz yapan, genetik formatımıza uygun kriter ve metotlarımızdan ödün veremeyiz.
Bizde toplumsal cinsiyet eşitliği değil, ancak toplumda cinsiyet mahremi ve hürmet olgusu sosyal dokunun harcı olur.