MUSTAFA SALİM salimhoca@hotmail.com

TÜRKİYE’NİN SAĞDUYUSU FİTNEYE GEÇİT VERMEYECEK

04 Temmuz 2024 Perşembe 00:58

Sağduyulu davranışımızın son yirmi yıldır özelde Türkiye’mizde genelde de dünya sathında ne denli etkili olduğuna hep birlikte şahidiz. Bu hususta antramanlı bir milletiz. Bu yapımızın, hem yüklendiğimiz misyondan hem de coğrafyamızın stratejik konumundan ileri geldiğine inanıyorum. Tarih boyunca birçok badire atlatan bu millet elbette bugün de üstüne düşen ne varsa gereğini yapacaktır.

Malumumuz olduğu üzere hem Kayseri hem de Suriye’nin el-Bab ve Azez kentlerinde eş zamanlı meydana gelen müessif olaylar, bir fitne ateşi yakmak isteyenlerin bir planı olduğunu göstermektedir. Fitnenin merkezine etnik yapıyı aldıkları için Kayseri’nin seçilmesi doğal olsa da bunun vesayet dönemlerimizden kalma bir taktik olması ise bizi rahatlatan bir husus. Çünkü vesayete izin vermeyen bir sağduyumuz var.

Hatırlanacağı üzere eski vesayet dönemlerimizde bize ayar vermek istenildiğinde planlanan tezgahın mahiyetine uygun malzemeyle fitneliğin harcı karmalanırdı.  İhtiyaç duyulan malzeme ise  kimi zaman alevi-sünni olgusu, kimi zaman laik-müslüman olgusu ve kimi zaman da Kürt-Türk olgusu olurdu.

Bu toplumsal harç karmalamaları toplum hayatımımıza acıdan başka bir şey vermedi. Ruhunuzda derin yakıcı izler bırakan Maraş ve Çorum olayları; bir 28 Şubat hayulesi ve binlerce şehid vermek zorunda olduğumuz PKK terörü bu acıların örnekleriyle dolu.  Vesayete dayalı iktidarlara rağmen o dönemlerde bile sağduyumuz galip gelmiş ve karanlık planları bir paçavra gibi yırtıp parçalamasını bilmiştir.

Sağduyumuzun temelinde inancımız yatmaktadır. İnancımız gereği Allah katında en değerli olan insan takvaca en yüksek olan insandır. Bu durumda kişinin ne ırkı, ne makamı ne de serveti etkilidir. Haliyle insani ilişkilerimizin kıstasını inancımız teşkil eder. Müminler ancak kardeştir düsturuyla hareket edişimiz bu kıstastan ileri gelir. Komşumuzun ırk ve inancına bakmadan onu baş tacı ederiz. Mazlum kim olursa olsun hep gözetilendir itikadımızca. Biz böyle vasıflara bürünmüş bir milletiz. Merhametimiz imanımızdan kaynaklanır mesela. Bu, misyonumuzun bir gereğidir. Bu coğrafyadan yüzyıllarca dünyayı adaletle idare edişimizdeki esprinin kaynağı da yine bu misyonumuzun bir gereği.  Toplumumuzun birlik ve beraberliğini sağlayan inancımız olduğu gibi PKK’nın kök salmaması da yine bu inancımızın bir sonucu; öyle ki FETÖ gibi paralel bir inanç modelinin hedefine ulaşmamış olması da yine inancımızdan ileri gelmiştir.

Vesayet döneminde kılıcı keskin bir gazeteci İsrail için ‘ben onların yerinde olsam Filistinlilere Ramazan ayında saldırırdım’ derken aslında vurgulamak istediği şey Müslümanları güçlü kılan hususlara saldırıyı öngörüyordu. Yanisi şu ki bu milletin, kendisini güçlü kılan kaynaklarla problemli hale getirilmesiyle asıl problemlerin o zaman başladığını bilen korkunç bir düşmanla karşı karşıya olduğumuzu bilmemiz gerekir.

Biz PKK’yı bizi güçlü kılan bağlara sahip çıkmakla çözdük. Bunu da dinimizde ırkçılık yok diyerek başardık. Yıllarca dayatılan bir yanlıştan hareketle ülkemizde bir Türk-Kürt çatışması çıkarılmak istenme dimi? Sonra buna da Kürt sorunu denerek sanki Kürt vatandaşını dışlayan bir devletmişiz gibi dünyaya ilan edilmedi mi? Bizde Kürt sorunu yoktu, sadece terör sorunu vardı ve adı PKK idi. Devletimiz oynanan bu oyuna izin vermiyordu, çok ciddi ve bir o kadar da karanlık bir planı akamete uğratıyordu. Ne ırka ne de dine dayalı hiçbir ayrılıkçı unsura izin vermiyordu. Ayrıca FETÖ de bu işin dini tarafıydı.

Sonra dünyaya da meydan okuyorduk ve sloganımız “dünya beşten büyüktür” şeklinde yankılanıyordu. Karabağ’da oyun kuruyorduk ve sonuç istediğimiz biçimde şekilleniyordu. Libya’da pragandaları kırıyorduk ve Batının Afrika umutlarını söndürüyorduk. Güneyimizde bir terör devletinin kurulmasına müsaade etmiyorduk. Daha dün denecek kadar kısa bir süre önce terör devletini kurmaya dönük seçimleri engelliyorduk.

Dünyaya meydan okurcasına yaptığımız bu hamleler kurulmak istenen yeni dünya düzenini geciktiriyordu; belki de engelleyecekti. Bu durum elbette oyun kurucuların hoşuna gitmeyecekti. Hüseyin Likoğlu Yenişafak’taki yazısında güneyimizdeki Suriye sınırında teröre geçit vermeyişimizin kısa ama önemli bir özetini şu bilgilerle veriyordu; “ Zeytin Dalı Harekâtı’yla Fırat’ın batısındaki PKK hâkimiyeti ortadan kaldırıldı. Üçüncü harekât Fırat’ın doğusunda gerçekleşti. Barış Pınarı Harekâtı’yla ABD’nin himayesindeki PKK önemli ölçüde sınırlarımızdan uzaklaştırıldı. Bu üç harekâtta Türkiye’nin en önemli müttefiki, Suriye Milli Ordusu’ydu. Özellikle Barış Pınarı Harekâtı’nda SMO, saatler içinde M4 Karayolu’na inince ABD paniğe kapıldı ve dönemin Başkan Yardımcısı Mike Pence, apar topar Türkiye’ye geldi ve bir anlaşma imzalandı." Hafızamızı tazeleyen bu bilgiler gösteriyor ki devletimiz kararlarını kendi gerçeklerine göre alıyor ve hamlelerini ona göre yapıyor.

Yeni Dünya Düzeni için sergilenen oyunların merkezi Ortadoğu’ydu ve yıllar önce Necmettin Erbakan, “Bir gün mesele Suriye olursa bilin ki hedef Türkiye’dir” yollu tespitiyle bunu dile getiriyordu. Bu tespiti göz ardı etmeyen devletimiz, Ak Parti hükümetleriyle birlikte yeni bir dönem başlatarak dış politikasını yapay dost ve düşmanlıklar üzerine değil gerçek dost ve düşmanlıklar üzerine inşa ederek bir siyaset izlemeye başladı. Sergilediği olağanüstü siyasetle çekilmek istendiği tuzakları görerek önlemini ona göre almış oldu. Hatırlanacağı üzere ilk Suriye meselesinin ABD ve Batının içimizdeki muhalefeti kullanarak ülkemizi güneyimizdeki olaylara müdahale ettirerek başlatılmak istenmesi büyük bir tuzağın habercisiydi. Ve biz bu tuzağı ısmarlama talepli müdahale ve baskıları reddederek bozuvermiştik. Sonraki süreçte Fırat Kalkanı, Zeytindalı ve Barış Pınarı harekatlarımızla olayların seyrini lehimize çevirmesini bildik ve oyuna gelen değil oyun kuran ülke konumuna yükseldik... Ülke menfaatimiz doğrultusunda sergilediğimiz siyaset bizi Arap düşmanı değil Arap dostu haline getirdi. Bu da Batılıların hiç hoşlanmadığı bir durumdu.

Suriye mültecilerine insani duygularımız müvecehesinde açtığımız kapılar şer odaklarını harekete geçirerek olayların bu noktaya gelmesinin zemini hazırlar hale getirdi. Yine de marjinal yapıları bir tarafa bırakacak olursak halkımızın ekserisi imanından aldığı bilinçle Suriyelileri birer muhacir olarak görmüş ve iman kardeşliği bağlamında kendilerine her türlü fedakarlık ve yardımda bulunmuştur. Bu da yine Batılıların morelini bozan sebeplerin başında gelmiştir. 

Milletimiz yapılan provokasyonun farkında. Suriye tarafında da aynı bilinçli davranışların sergilendiğini biliyoruz. Öyle ki Suriye Türkmen Ajans Koordinatörü İbrahim Bozan: “Olayların arkasında birden fazla İstihbarat örgütleri, Esed rejimi Muhaberatı, Rus İstihbaratı, Amerikanlar, YPG/PKK talimatlarıyla hareket edenler var” diyerek nasıl bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuzu gayet açık ve net ifade etmiştir.

Vesayet hükümetleri dönemleri bitmiştir ülkemizde. Biz de farkındayız tüm olup bitenlerden. Ve hükümetin yaptığı açıklamada “MİT, İçişleri Bakanlığı ve Emniyet güçleri hem Türkiye içinde hem de Suriye’nin kuzeyinde (El Bab’da) eşgüdüm halinde yaşanan olayları takip ederek gerekli müdahaleleri yaptı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı faaliyet gösteren, Türkiye’nin izlediği dış politikaya karşı düzeni bozmak isteyen provokatif eylemlerde bulunan kişiler yakalandı. Olayları kızıştıran her bir kişi tespit edilerek, gerekli işlemlerin yapılmasına devam edilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne yönelik yapılan bu eylemlere hiçbir şekilde izin verilmeyecektir.” denildi. Görüldüğü gibi Türkiye artık eski Türkiye değil.

Velhasıl karşımızda, resimleri çekilen iki manzara var; biri Kayseri’de diğeri de el-Bab’da... Bu resimlerden hareketle kurulan nefret söylemli sloganik cümleler iki tarafı birbirine düşman edecek mahiyeti haiz bir sonucu elde etmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürer.

Özellikle de Türk bayrağına yönelik girişilen hakareti velev ki bunu Suriye’li birileri yapmış olsun; bunlarınnmarjinal guruplar olduğunu aklımızdan çıkarmayalım.

Bu marjinal guruplar içeride de PKK aparatıyla şimdiye kadar Türk ve Kürt kardeşleri karşı karşıya getirmek istemediler mi?

Alevi ve sünni gurupları birbirine düşman etmek istemediler mi?

Tarihte de yine Ermenilerle Türkleri karşı karşıya getiren  ve yüzyıl geçmesine rağmen hala devam eden şu, ülkemizi karalama girişimleri yine bu Taşnak ve Hınçak marjinal gurupların başlattığı fitneliğin bir sonucu değil miydi?

Bugünlerde çok hassas zamanlardan geçiyoruz. 

Gazze'de Dünya insanlık sınavında kaldı.

Hükümetlerine rağmen tüm dünyada halkların direnişi ses getirse de Siyonizm, elindeki medyayla bu direnişleri sıradanlaştırmak için tüm gayretini sarf ediyor.

Bu resimlerde Siyonizm’in sinsice bir oyun içinde olduğunu rahatlıkla görebilmekteyiz.

Allah aşkına oyuna gelmeyelim...

Mümin ferasetli olur.

Sağduyumuz buna izin vermesin...

Mustafa Salim
03 Temmuz 2024 Afyonkarahisar

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #
Mesut hoca.
Elinize kaleminize sağlık sayın hocam.
Bünyamin Kaplan
Allah razı olsun kıymetli hocam kalemine yüreğine sağlık hürmetlerimle.