Bilkent durağından Kızılay yönüne giden metrodayız. Saat 15 suları. Vagonlarda fazla yolcu göze çarpmıyordu ama yine de oturacak yer bulamamıştık; dikkat çekense oturanların çoğunun genç olduğuydu. Hallerinden Bilkent Üniversitesinin öğrencileri oldukları anlaşılıyordu.
Bir durak sonra kapıya yakın koltukta oturan bir delikanlının kalkmasıyla tam oturmaya yeltenmiştim ki bitişik koltukta oturmakta olan başka bir delikanlı yanda boşalan bu koltuğa küçük bir hamleyle kayarak oturuverdi. Ben de ondan boşalan koltuğa oturdum. Birlikte olduğum ve benim yaşımda olan arkadaşım ise hala ayaktaydı.
Ankara Metrosu vagonlarında kapıya yakın iki koltuk açık renklidir ve üst kısmında bir levhaya da “Yaşlı, hamile, gazi ve engellilere ayrılmıştır" uyarı yazısının yazıldığını metro yolculuğu yapan herkes bilir; görüp okumayanımız yoktur bu uyarı yazısını. Bu iki koltuk rahat oturulup kalkmaya daha elverişli olduğu için özrü beyan edilen yolculara özellikle tahsis edilmiştir.
Sağ ve solumda gençler olduğu halde yolculuğuma devam ederken karşımdaki açık renkli iki koltuğun yanı başında ayakta zar zor, iki büklüm haliyle durmakta olan gayet yaşlı bir beyefendiye takıldı gözlerim. Ona bile yer veren olmuyordu. Bu yaşlının oturması gereken iki koltuktan kapıya yakın olanda ise on sekiz yaşlarında genç bir kız çocuğunun cep telefonuna dalmışlığın verdiği rahatlık içinde oturuşu gözden kaçmazken başucunda ayakta duran ihtiyarı görmüyordu bile. Tahminen yaşı ellinin üzerinde olan diğer koltuktaki bir beyefendi bu duruma dayanamamıştı ki ayaktaki ihtiyara yer veridi. Bu ara metroya beraber bindiğimiz arkadaşım hala ayaktaydı.
Bu durumu anlatmakla aslında toplumsal yapımızın genç neslinden kaynaklı dezenformasyona uğramış pürmelâl halimizin resmini çekiyordum. Çünkü bu resimde saygısızlık vardı, nemelazımcılık vardı, merhametsizlik vardı, his yoksunluğu vardı.
Bir ara yaşlılara yer vermekten imtina eden bu gençlere "evladım, okuma yazmanız yok mu" diye sorasım geldi. Belki güleceklerdi bana, çünkü öğrenci oldukları her hallerinden belliydi. Hem de Ankara'nın sayılı üniversitelerinden birinde okuyan yüksel tahsilli gençlerdi. Sonuçta Bilkent Üniversitesi öğrencileriydi. Sorduğum soruya belki de alaylı tavırlarla "evet okuma yazmamız var" diyeceklerdi. Herhalde ikinci soru olarak "yoksa okuduğunuzu mu anlamıyorsunuz" diye soracaktım. Karşılıklı diyalog içerisinde ne demek istediğimi daha fazla merak etmesinler diye belki de oturdukları koltukların yaşlı, hamile, gazi ve engellilere ait olduğunu yazan levhayı gösterecektim. Nasıl tepki vereceklerini kestiremediğim için bu soruyu onlara soramadım bile. Elbette okuma yazmaları vardı ve okuduklarını da anlıyorlardı; fakat tek kusurları insanlara değer vermeyişleriydi.
Olacaklar mutlaka yaşanır ya, iş yerine gitmek için bindiğim metronun Macunköy durağından inmiş Belediye’nin ring otobüsünü kaçırmamak için hızımı almış durağa yönelmiştim ki okul çıkışı olması hasebiyle yolcularının çoğunun ortaokul ve liseli gençlerden oluştuğunu gördüğüm kuyruğa takılı verdim. Otobüse tam binmiştim ki kalan son boş koltuğa da benden önce binen bir kız öğrenci oturuverdi. Başka da boş koltuk yoktu ve yine ayaktaydım. Bir önceki manzarada yaşadıklarımın merkezinde üniversite öğrencileri vardı, şimdiki manzarada da ortaokul ve lise öğrencileri vardı.
Sonuçta gençlerimizin gidişatlarının bir yerinde eğitimden kaynaklı birtakım sorunların olduğu kesindi.
Bununla yetinilse yaşanılan bu durum günün yorgunluğuna hamledilip bir nebze de olsa teselli yoluna girilebilse de gençlerin karşı cins arkadaşlarıyla olan münasebetsiz hal ve hareketlerine dayanmak bu kadar kolay olmuyor kendini bilen için. Fabrika ayarları bozulmuş gençlerin bazısının karşı cins arkadaşlarıyla yalnız iken bile insanın hayâ damarını çatlatacak cinsten sergiledikleri davranışları; yan yana oturuşlarında yine hadlerini aşarcasına hayâsızlıkta hayvana dahi rahmet okutturacak tavırları, az sayıdaki tiplemelerde görülse bile bu durum, toplumun dinamiklerini sarsmakta, hayat felsefemize uymamakta ve sonuç itibariyle ar damarını çatlatacak cinsten çekilmesi zor davranışlar olmaktadır.
Belki bunun en kötüsü de kendilerini uyardığın zaman o gençlerin abi, abla, anne baba ya da nene ve dedelerinin yaşında olanların sana müdahale etmeleridir. Neymiş, gençlerin özgürlüklerine müdahale edilemezmiş. Bir bakıma ahlaksızlığı özgürlük maskesi altında meşrulaştırma gayreti içine girenlerin müdahalesine maruz kalınmış olunuyor. O müdahale eden kitleyi incelesen onların da yetişmelerinin bir aşamasında bir sorunların olduğu görülecektir.
Değer vermek, terbiye ile alakalı bir husustur, haliyle ucu dine dayalı bir durum olması hasebiyle dini davranıştan huylananın indinde bir anlam ifade etmemesi seküler mantığın gereği olsa da yapılıp edilenlerle onların savunulmasında mantıki hiçbir gerekçe kabul edilemez.
Hele hele iç çamaşırı görülecek derecede mini etekli halleriyle toplu taşıma araçlarını kullananların ruh halleri de bambaşka bir sorun olmuş durumda.
Metrolarda gençlerin vagonun zemininde buldukları boşluklara uluorta oturmaları bile başlı başına bir sorundur. Bu çocuk ya da gençler, oturdukları zeminin kirli olduğunu düşünmüyorlar mı? Evlerine gittiklerinde zemine oturmaları nedeniyle kirlenen pantolonlarıyla odalarında kullandıkları kanepe, koltuk ve yataklarına bulaşan necasetin hesabını yapmaktan gençlerimizi alıkoyan nedir? Bunun sebebi gençlerimizin ibadet kültürüyle yetişmemeleridir. Akademik becerileri gereği hijyen olmanın önemini bilmelerine rağmen uygulamamalarının sebebi nedir? Sebep belli aslında. Alkolün bin bir çeşit zararını bilen doktor alkol kullanıyorsa, yine sigaranın birçok zararı bilindiği halde yine doktorlarımız bunu içiyorsa mesele bu tür şeylerin zararlı olduğunu bilmekle söz konusu sorunun çözülmüyor olmasının altında yatan sebep de aynı yere gelip dayanmaktadır. Tüm meselenin iman hakikatinde düğümleniyor olduğunu görmemek konuların kör düğüm haline gelmesine neden olmaktadır.
Anlaşılan o ki biz akademik becerilerini yükselttiğimiz çocuklarımızın manevi yükselişlerini es geçmişiz. Belki de birileri böyle istediği için gençlerimizin manevi gelişmelerini göz ardı ettik. Öyle olmasaydı inançlı insanlarımıza bu ülkede neden yıllarca baskılar uygulansındı. Başörtülünün okumasını kim engellesindi. Neden belli bir zamana kadar okullarda din dersi okutulmasındı. Neydi bunun sebebi? Hele hele namaz gibi kıymetli bir ibadeti ifa ederken öğrenciler, adi suç işlemişler gibi neden fişlenişsindi? Hanımı başörtülü diye askeriyeden atılan komutanların ne suçu vardı? Bir zamanlar imam hatip liselerinden mezunlara katsayı problemi neden yaşatılmıştı? Velhasıl dini değerlerin ön plana çıkarıldığı tüm etkinlikler irtica kapsamında değerlendirilir, sorumlulara edilmedik hakaretler bırakılmazdı bu ülkede.
Kur’an Kurslarına giden minik yavrularımız, erken yaşta dini eğitim verilemez gerekçesiyle hedef tahtasına oturtulurken diğer taraftan aynı yaş gurubunun aldıkları bale eğitimi çağdaşlığın bir gereği, muasır medeniyeti yakalamanın gurur verici bir nişanesi olarak görülüyordu.
Sigaranın bile uluorta içilmesinin ayıp karşılandığı bir toplumdan alkolün sıradanlaştırılmaya çalışıldığı bir topluma zoraki de olsa dönüştürülmek isteniyor olmamız, istenmeyen bir hayatın bu millete bilinçli bir şekilde dayatılması anlamına gelmektedir.
Toplumun kurtuluşunu iyi ve güzel olanın hayatımızın her aşamasında ön planda tutulmasıyla mümkün olacağını bilmek gerekir. Değerlerin eğitimi aileden başlatılıp, okulda devam ettirilmelidir. Bu da ancak Allah’a iman ve sevgisiyle mümkün olur. Allah’ın her yerde hazır ve nazır olduğunu bilen nerde olursa olsun hata yapma konusunda titiz davranır, hayatında olumsuzluklara yer bırakmayacak şekilde bir yaşantı içerisinde olur.
“Utanmak imandandır” kıstası her derde çare bir ilaç gibidir. Bu noktaya gelen bir insan medeniyetin zirvesini yaşar ve yaşatır. Yukarıda metro yolculuğu metaforunda gençlerin davranış biçiminden verdiğim birkaç örnekle sıraladığım nahoş hareketlerin temelindeki psikolojinin “utanma” olgusunun yoksunluğundan ileri geldiğini rahatlıkla görebiliriz. Toplulukta insanları kaale almayışlar, bencil ve bigane oluşun eseridir. İman, insanın içinde var olan merhametin güçlenmesine yol açan bir amildir. Seküler anlayışta asla buna yer yoktur. Menfaat merkezli bu anlayışın insanı ancak kendisini düşünür. “Alman hesabı” takılması aslında batının bu seküler yüzünü ortaya koymaktadır.
Ne pahasına olursa olsun insanımızla dini arasına konan tüm duvarların yıkılması ve tüm engellerin kaldırılması gerekir. Son iki asırda dünyaya hükmeden zihniyetin dini dışlayarak vermeye çalıştığı düzen iflas etmiş durumdadır. Her taraf kan revan içinde. Haksızlıklar almış başını gidiyor. Adaletten eser kalmayan bir dünya inşa edildi. Dünya adil bir düzenin özlemi içine çoktan girdi. Kurtuluşun reçetesi belli. O da Allah inancını hakim kılacak bir otoritenin var olmasıdır. Tıpkı Osmanlı gibi, Selçuklu gibi.
Bu manada ilköğretimlerde “Nezaket kuralları” ile ortaöğretimde “Adabı Muaşeret” ders müfredatları bu aksaklıkların önüne geçebilecek icraatlar olup, özgürlük adına ahlaksızlığı kendine şiar edenlerin karşı çıkışlarına bakmadan benzer düzenlemeleri acilen yapmak gerekmektedir.
Güzel bir dünya ancak güzel insanlarla mümkün olur. Kötü insanlar, kötü bir dünya demektir. İnsan düzelince her şeyin düzeldiğini o vakit görürüz. İnsanın ruh dalgalarına dokunulmadan güzeli inşa etmeye çalışmak boşuna bir gayretten öteye geçemez.
Ruh dalgaları harekete geçen genç;
Büyüğüne saygıda kusur etmeyeceği gibi küçüğüne sevgiyi de esirgemeyecektir. Allah’a kulluğu öğrendiğinde gayrısına köle olmayacaktır. Kutsalına sahip çıktığı müddetçe satılık beyin değil, alan beyin olacaktır. Kenetlenmiş beyinlerden müteşekkil toplumları top tüfek sarsamaz. İnsanı yaşat ki devlet yaşasın hükmünce devleti payidar kılacaktır.
Fabrika ayarlarımız bellidir;
Onlar da insanın Allah’a, meleklere, peygamberlere, kitaplara, ahirete ve kadere imanıyla birlikte İslam’ın formel dört ibadetini yerine getirerek ahlakını bu eksende güzelleştirmesidir. Görüldüğü üzere düzgün ayarların uygulanmasında bir zorluk yoktur. Bu ayarlara geçen nesillerin hem dünyası mamur olur hem de ebedi hayatları.
Yeni Yüzyılın Türkiye’sinde hedef 2053 ve 2071’i ancak bu ayarların sahibi bir nesil gerçekleştirebilir.
Mustafa SALİM
14 Ocak 2024 Ankara