İnsan, üzerine en çok düşünülen varlıklardan biridir. Hakkında çokça tanımlar yapılmıştır. Burada uzun uzadıya tanımlar arasında kalmak istemiyorum. Ancak meramımın izahatını kolaylaştıracak kadar gerekli olanını sizlerle paylaşmak istiyorum.
Tanımlar sahip olduğumuz en çalışılmış bilgilerdir. Zira elde edilen bu bilgiler bakış açımızı daha da genişletecektir. Kitlelerin ve devletlerin insan tanımını anlamamıza yardımcı olacaktır. Çünkü insan üzerine kurulan anlamlandırmalar bu izahatlarda saklıdır. Yüzyıllık sosyal projeler bu tanımlarla şekillenmektedir.
Mark Twain, insanı bir makine olarak tanımlamaktadır. İnsanın yapısına olan kalıtımı yaşam alanı ve ilişkileri yoluyla taşıdığı etkilere bağlı olduğunu söylemektedir. Dış etkilere maruz kalan insanın, dış etkilerden bağımsız düşünülmesi olanaksız olacağı için aslında bir tanım üretme kabiliyetinin olamayacağını söyler. Bu tanım sanayi devri sonrası insan imgesidir ki, zaman ve çevrenin insanı tanımlaması üzerine etkisini burada da gözlemlemekteyiz.
‘’Size üstün bir insanı öğretiyorum. İnsan aşılması gereken bir şeydir.’’ Tanımını yapan Friedrich Nietzshe, insanın sadece bir basamak olduğunu izah etmektedir. Buna göre insan, kendi kendinin basamağı olduğunu ve kendini aşabilmesi için özünü oluşturan tüm fikirsel ve varoluşsal özelliklerini yok etmesi gerektiğini söyler. Bu gayretin insanı ‘’üstün insan’’ olmaya doğru götüreceğini anlatmaya çalışır.
İnsanı izaha mukabil daha birçok tanımlar mevcuttur. Eğitim süreçleri boyunca bunlara çokça müşahede ettik.
Tıp, insanı fizyolojik bir yapı olarak; sosyoloji, toplumun bir üyesi olarak; Psikoloji, farklı bir benlik sistemi ve yaratıcılığın unsuru olarak; Ekonomi, sistem içinde bir birim olarak ve Antropoloji, kültürün işlediği bir varlık olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımların hepsi haddi zatında insanın bir sınıfın içine hapsedilmesini sağlamaktadır.
Aslında insan kendi içine hapsedilemeyecek kadar büyük bir tanıma sahiptir/olmalıdır.
Burada ele aldığımız her tanım ne tam anlamıyla doğru, ne de tam anlamıyla yanlıştır. İnsan tanımını yaparken insanlığın ötesinden bakışımızı kuvvetlendirmemiz gerekmektedir. Zira insan kendini salt varlık olarak şahsını tanımlamaya kalkışması onu sübjektif bakışa itecektir. Çünkü insanı görünenin ötesinde başka boyutlarını okumadan anlamak sadece boşa kürek çekmenin ötesine geçemeyecektir. Ne söylersek farklı olacak, ne söylersek mütalaamız nakıs kalacaktır.
Böylelikle izahına yeltendiği insana yine kendisi öznel olarak anlam biçmektedir. Bu tanımlamaya uygun eğitim sistemi ve hayat düzeni inşa etmektedir. Sisteminde oluşabilecek aksaklıklara da bu minvalde tedbirler almaktadır. İhraç edeceği medeniyet de tanımladığı kendisinden başkası değildir.
Şimdi Batı’nın insana verdiği değeri mütalaa etmeye gayret edelim. Böylece oluşturduğu sosyo-ekonomik sistemi daha iyi anlamamıza yardımcı olacaktır. Aynı şekilde İslam dünyasının oluşturamadığı sistemin nedenlerini de kavramamıza yarar sağlayacaktır.
Garb’ın insan tanımında insan tamamiyle özgürdür ve ona sorumluluk yüklenemez. Günah ve sevap kavramlarının anlamları yoktur. Oluşturdukları sosyo-ekonomik sistemlerinde tek gerçeklik bu dünyadır. Ahiretin manası yoktur ya da tanımsızdır.
Görünene hitap eder ve görüneni koruma gayretinden olsa gerek, görünenle insanın ameline müeyyide uygular. Görmediği şeyin tanımı onun havsalasında yoktur. Değer verdiği ne varsa gözün gördüğü elin tuttuğudur. Bu yüzden elindeki değerin, elinden gitmesinden korkar ve kaybıyla korkutur. Oluşturduğu sosyal sistemine bu mana cihetinden yaklaşır ve sistemini böyle kurar.
İslam’ın tanımında görünen yoktur. Yani ahiretten önceki hayat ancak bir konaklama yeridir. Kıymete değer verilen yer ebedi hayatın yaşanacağı yerdir. Buradan sonraki hayattır/Ahiret’tir. Bu yüzden sosyal sistemini inşa ederken görünmeyenle korkutur(Cehennem) ya da müjdeler(Cennet).
Müslüman için kemiyetten ziyade keyfiyet önemlidir. Niteliğe değer vereni nicelikle yani görünenin kaybıyla; Malını, canını ve evlatlarını kaybetmesiyle korkutamazsınız. Onun için değerli olan dindir, vatandır, ezan ve bayraktır; at silah ve avrattır. Değerlerine dokundurtmaz ve çiğnetmez.
Batıyı ise değer verdiklerinin kaybı korkutur. Paylaşmak istemez, çünkü malının eksileceği kanısındadır. Ülkesine sığınmak isteyeni tehdit olarak algılayabilir ve onu sırtından vurmaktan da çekinmez. Çünkü değer verdiği şeyin azalması onu çok korkutur.
Kıymet verdiğini korumanın azametinden olsa gerek oluşturduğu sosyo-ekonomik sistemiyle kendisine hayran bırakmıştır. Öncelikle maddeye değer verdirdiği insanı maddeyle kontrol altına almayı başarmıştır. İnsanın özgürlüğü ve sınırsızlığını, başkasının özgürlüğü ve oluşturduğu sınırlarla sınırlandırmıştır. Bu hududu aşmanın cezai müeyyidesini maddenin elinden alınması tavrıyla şekillendirmiş ve böylece de başarılı olmuştur.
Batı’da yoldan geçerken yaya geçidine meyliniz insanlığın inşa ettiği bütün maddeleri durdurmaya kâfidir. Bilir ki eğer durmaz ise sistemi bozulacak ve maddesi böylelikle elinden kayıp gidecektir. Hem o insanın da maddeyi istediği minvalde kullanma hürriyetine müdahale de etmek istemez.
Alışverişlerinizde ürünün fiyatı kaypak değildir. Şahsın izahına mukabil değildir. Faşist duyguları bazen depreşse de burun kıvırılarak ta olsa fiyatı cihetince ücretine taliptir. Fazlasını istemez ve de almaz. Eğer ki, kanunlara muhalefet ederse bilir ki sistemi bozulacak ve zaman bedelini sosyo-ekonomik olarak ondan geri isteyecektir.
Tatil günlerinde şehir sükûneti yaşar. Arabaların dili neredeyse yok gibidir. Lastiklerini sanki dikkatle yere değirerek yola koyulur. Usulca akıp giderken seyretmek bile bazen insana haz verir.
Ola ki bir gün devletine musallat olan biri demirli delik ile karşısına çıksa, kapılarını ve pencerelerini kapatır ki hayatına zeval gelmesin. Onun meselesi değildir devlet savunması. Bu yüzden 15 Temmuz gibi vatan savunmasını Batı’dan bekleyemezsiniz. Anlamsızdır ve hatta tanımsızdır.
İslam coğrafyalarında velev ki adres sormak için olsun gecenin bir vakti bir kapının ziline bassanız size yardım edecek çokça insanlarla karşılaşırsınız. Arabanızın lastiği yolda patlasa yardım isteğinize kimse kayıtsız kalmaz. Toplum yararına ağaç, yol, su, köprü, okul ve cami hayratlarını bu topraklarda müşahede edebilirsiniz ancak.
Eğer ki paranız yoksa herhangi bir lokantanın kapısını çalsanız sizin için ayrılmış bir tas çorba mutlaka bulursunuz. Askıda size ait olan bir ekmeği her gün bulabilirsiniz. Bakkallarda isimleri bilinmeyen ve mahallelinin borç defterlerini satın alan kahramanları duymanız mümkündür. O, şehir halkı için mahalleyi ziyaret eden bir Hızır (AS)’dır sadece. İsmi bilinmez lakin onun için methiyeler düzülür. Bunun gibi daha birçok örnek mevcuttur.
İslam coğrafyasının insanının nakıs kalan tavrı, Batı’nın oluşturduğu sistemi her ferdin önce kendi benliklerinde oluşturamamasıdır. Ya da sosyo-ekonomik itminan için Batı kültür ve geleneğini yaşam tarzı haline getirmekten geçtiğine inanmalarındandır. Batı’nın tekâmülünün sırrını sahip olduğumuz değerleri değiştirmekten geçtiğine inananlar yanılgıya düşmektedirler. Değerlerimize yabancılaşmayı tekâmülün gereği addedenler, sistemsizliğin müsebbibini başka yerlerde aramaktadırlar. Batı’ya her yönüyle benzemenin gelişimin sihirli değneği zannetmektedirler.
Elbette ki, sistemi önceleyen bir bakış açısına sahip olunması gerekmektedir. İnsan sistemi yönetmemeli, sistem insanı yönlendirmelidir. Sistemimiz kesinlikle Garb’ın izahatıyla sınırlı kalmamalıdır. Eğer ki değerlerimizden beri bir sistem inşa edersek bu taklidi daha da pekiştirecektir. Ne kendimiz kalabileceğiz ne de başkası olabileceğiz.