Atalarımızın aksine, doymak bilmeyen midelere sahibiz her birimiz. Bir lokma, bir hırka ya da azıcık aşım, kaygısız başım devrini geride bıraktık çoktan.
Açlığı, sefaleti, her türlü yoksulluğu yaşayanlar olarak atalarımız; az ile yetinmeyi, kanaat etmeyi, paylaşmayı etrafındakileri gözetmeyi ve bunun verdiği sonsuz doyum ve lezzeti sonuna kadar idrak ederken, bizler bunların hepsini unuttuk.
Günümüzde, misafir sofrası çeşidimiz yirmi otuza rahatlıkla dayandı. Bu kadar çeşidi hazırlamayı her zaman göze almadığımız için de misafir alma ve misafirliğe davet edilme geleneğimizi de hemen hemen rafa kaldırdık. İki saatlik bir oturma eylemi için üç gün hazırlık yapmak her zaman göze alınacak bir iş değil ne de olsa.
Suriyeli bir adam; 58 yaşındaki Nasreddin Al-din (memleketin ve ismin hiç önemi yok aslında), geçen gün açlıktan ölmek üzereyken son bir istekte bulunuyor. Yarı çıplak vaziyetteki zavallının, vücudunu görenin son isteğini tahmin etmesi öyle sanıldığı kadar zor da değil aslında. Son isteği yemek olan zavallı için etrafındakiler koşturuyor ama yok, oğullarına haberler gönderiliyor, elden bir şey gelmiyor. Belki idrakimizin bile yetersiz kalacağı bir durum yaşıyorlar ve zavallıya son isteği olan bir parça ekmeği yediremeden o, hayata gözlerini kapatıyor.
Sonuç; akıbeti her gün onlarca aç insanın akıbetiyle aynı olarak, veda ediyor bu doymak bilmez dünyadan bir parça ekmek bile bulamadan. Ve de kendisinin nasiplenemediği, yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızda, büyük bir kısmı da çöplükte onca ekmeği bizlere miras bırakarak.
Yemek yarışmalarını da bizlere bırakıyor miras kabilinden. Tuzlusu, tatlısı, acılısı, ekşilisi… her nevi tada hitap eden, her türlü duyumuzu harekete geçiren tıka basa hiçbir öğünü atlamayan mideler, yoğunluğundan taşan tabak ve sofralar, taze yemek/ bayat yemek dolayısıyla da kalori muhabbetleri miras kalıyor onun ardından bizlere.
Tariflerle hemhal onca saati de bizlere armağan ediyor, hazırlık öncesi hazırlıklar yapabilmemiz için.
“Yiyin efendiler yiyin. Doyunca, tıksırınca, çatlayıncaya kadar yiyin!” diyen şair bu günümüze şahit olsaydı nasıl sarılırdı acaba kaleme, hangi cümleleri dökerdi acaba kâğıda.
Çevremizi hakkıyla göremedik maalesef, Müslümanlar olarak. Açlığın, acı çığlıklarını yeterince işitemedik. Elimizden gelebileceği bile esirgedik. Sefalet tablolarını izlerken dahi, bir kez olsun elimizden kaşık düşecek kadar içlenmedik. O kadar çok yedik ki ayarı kaçırıp, yemekten hastalandık. Yaşamın mantığının, yemek için yaşamak olduğunu sandık.
İki yüzü olan dünyanın yoksul tarafını kendi hissesine ayırırken dünyadan el çekmişler, varsıl yanını bizim payımız olarak uygun gördüler. Varsıllığın yükünü de omuzlarımıza yüklediler dolayısıyla.
Açlıktan karnına taş bağlayan bir peygamberin ümmeti olarak, bu insanlarla beraber onun karşısına nasıl çıkacağız? Hep birlikte aynı safı nasıl paylaşacağız?
Helallik istemek için dahi o kadar geç ki!
Onların rızıkları bellidir Allah’ın katında da. Peki ya bizler, bir türlü doymak bilmeyenler, sonsuzlukta bizim rızkımız acep ne ola ki?
Ve dahi bizler; karnı tok, sırtı pek takımı bu can yakıcı, sefil mirası acaba nasıl paylaşacağız?